HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 29 EKİM 2025, ÇARŞAMBA

“RAMAZAN PAKETLERİ SATIŞ TEKNİĞİ HALİNE GELDİ”

28.03.2023 11:01
“RAMAZAN PAKETLERİ SATIŞ TEKNİĞİ HALİNE GELDİ”
“RAMAZAN PAKETLERİ SATIŞ TEKNİĞİ HALİNE GELDİ”
Gıda fiyatlarındaki artışla beraber Ramazan paketlerinin yardım amacından çıkıp satış tekniği haline geldiğini söyleyen TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken, "Son zamanlarda özellikle gıda fiyatlarına gelen zamlar Ramazan paketlerinde tedirginlik oluşturuyor. 50 yılı aşkın perakende sektörünün içinde bulunan biri olarak net bir şekilde söyleyebilirim ki bunun adı yok. Şu anda Ramazan paketi fiyatlarında yüzde 100'lik artacak bir ortam yok. Ramazan paketleri artık yardımlaşma amacından çıkıp satış tekniği haline geldi. Yardımseverler bu dönemde ihtiyaç sahiplerine nakit yardımda bulunursa insanlar en azından evinin ihtiyacını karşılar, faturasını öder" dedi.

-"ULVİ AYDA FİYATLARIN BU KADAR ARTMASI KİSMEYE HAYIR GETİRMEZ"

Bu dönemde piyasadaki fiyat anarşisinin kimseye hayır getirmediğinin altını çizen Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken, "Özel günlerde, Ramazan'da ve dini bayramlarda artan talebe bağlı olarak gıda fiyatlarında ufak tefek yükselmeler olur ama sonradan normale dönerdi. Ancak şu anda herkes bu artışların normal olmadığını çok iyi biliyor. Nihai tüketiciye hitap eden insanlarda bu kadar fiyat farklılığı olması mümkün değil. Hızlı tüketim ürünleri dediğimiz temel gıda ürünlerindeki yüzde 100 fiyat artışı herkesi şaşırtıyor. Vatandaşlarımız gıda fiyatlarının yanına yanaşamaz oldu. Dar gelirli vatandaşın sofrasında en çok tüketilen bakliyat fiyatlarında dahi ciddi bir artış var. Oysa Ramazan ulvi bir aydır. İnsanların dayanışma içinde birbirine yardım etmesi, desteklemesi gereken bir zamandır. Böyle bir zamanda fiyatların bu kadar yükselmesi kimsenin hayrına olmaz" diye konuştu.

-"İŞ BİREYSELDEN ÇIKIP TEKELLERİN ELİNE GEÇTİ"



Vatandaşın marketleri gezerek fiyatları kontrol etmekten yorulduğunu hatırlatan Palandöken, "Hükumet fiyat artışları konusunda birtakım kontroller yapsa da her dükkana bir kolluk kuvveti koymak mümkün değil. Fiyat istikrarının sağlanması için ticari ahlak ve Ahilik kültürü lazım. İşleyişin kurallara bağlanması lazım. Vatandaş koştura koştura market market gezip fiyat istikrarı sağlamaktan yoruldu. Neticede fiyatların bu hale gelmesi kanıksanır oldu. Küçük esnafı, bakkalı, manavı, kasabı yok ederseniz başınıza bu gelir. İş bireyselden çıkıp tekellerin eline geçti. Fiyat istikrarının sağlanması için temelde insanların doğdukları şehirde yaptıkları işi cazip hale getirmek lazım.  Bireysel işletmeler önem kazansa, perakende sistemi için kurallar gelse fiyatlar kontrol altına alınıp enflasyon aşağı çekilebilir" şeklinde konuştu.


 
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.