HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 29 EKİM 2025, ÇARŞAMBA

Öncelik 'hazırlık' olmalı

10.03.2023 13:48
Öncelik 'hazırlık' olmalı
Öncelik 'hazırlık' olmalı
Kahramanmaraş depremlerinin yıkıcı etkisi, bilim insanlarının yaptığı uyarıların ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Beklenen depremlerle ilgili Prof. Dr. Naci Görür, "Erzincan-Karlıova, Malatya, Adana, Kayseri ve Sivas yörelerinde depremler beklenebilir" uyarısında bulunurken, Japon bilim adamı Moriwaki, depremin ne zaman ve nerede olacağından ziyade, ne yapılması gerektiğinin önemli olduğunu vurgulayarak, "Bir gün deprem olacak bu belli. Bunu Japonya kabul etti, Türkiye de kabul etmeli" dedi

6 Şubat'ta gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli depremlerden sonra bilim insanlarının uyarılarına daha fazla dikkat edilmeye başlandı. Bilim insanları ise, Türkiye'nin yüzde 90'ının deprem riski taşıdığına vurgu yaparak, bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini sürekli hatırlatıyorlar. 11 ilimizde büyük yıkıma neden olan depremlerden sonra, civar bölgelerde depremler devam ediyor. Deprem bölgesinde artçı depremlerin de 2 yıl süreceği ifade ediliyor. Yer Bilimci Prof. Dr. Naci Görür, "Erzincan-Karlıova, Malatya, Adana, Kayseri ve Sivas yörelerinde depremler beklenebilir" dedi. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Jeoloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Cenk Yaltırak, Elbistan merkezli depremde büyük yıkıma neden olan Çardak Fayı'nın 12 bin yıldır uyuduğunu söyledi. DEÜ Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ökmen Sümer, Kahramanmaraş merkezli meydana gelen depremlerin sosyoekonomik ve çevresel etkileri bakımından Türkiye tarihinin en sarsıcı depremleri olduğunu belirtti. Yaşanan depremler ve bilim insanlarının uyarıları gösterdi ki, Türkiye'nin başta İstanbul olmak üzere birçok bölgesi deprem riski altında ve bu depremlere mutlaka ciddi manada hazırlık yapılması gerekiyor.

BU İLLERE DİKKAT!

Yer Bilimci Prof. Dr. Naci Görür, deprem beklenen bölgelerle ilgili uyarıda bulunarak, "Erzincan-Karlıova, Malatya, Adana, Kayseri ve Sivas yörelerinde depremler beklenebilir" dedi. Görür açıklamasında, "Saraycık-İncesu/Kayseri'de 4,9 ve 4,2 artçı deprem oldu. Bu deprem düşük aktiviteli Ecemiş Fay zonu içerisinde. Bu zon, KAF'dan ayrılıp Mersin'e kadar uzanır, 730 km uzunluktadır. Geçmişte büyük depremler üretmiştir. 1414, 1717 ve 1835'te depremlerin şiddeti yer yer 8 olmuştur" ifadelerini kullandı. Naci Görür deprem beklediği iller konusunda da şunları belirtti: "1717 depreminde 8 binden fazla insan ölmüştür. 1835'te 1000'den fazla insanın öldüğü söylenir (Anadolu Gaz.). Aletsel dönemde 1940, 1960, 2021 yıllarında genellikle 4-5 mertebelerinde depremler olmuştur. Son Maraş ve Gaziantep depremleri Anadolu Levhasının bölgeye yakın aktif fay sistemlerinde stres alanı değişimlerine neden oldu ve muhtemelen kimi fay parçalarının kırılmasına neden oluyor. Bu nedenle Erzincan-Karlıova, Malatya, Adana, Kayseri ve Sivas yörelerinde bu tür depremler beklenebilir. Sevgiyle. Not: Sizleri bilgilendirmek amacıyla yazıyorum. Yoksa büyük deprem olacak, şu zamanda olacak vb. şeyler söylemiyorum. Benim beklentim, olursa çoğunlukla küçük boyutlu depremlerin olacağıdır. Saygıyla."

ÇARDAK FAYI, 12 BİN YILDIR UYUYORMUŞ!

Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesindeki depremle ilgili teknik araştırma yapan İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Cenk Yaltırak, büyük yıkıma neden olan Çardak fayının 12 bin yıldır uyuduğunu söyledi. 7,6 büyüklüğündeki depremin ardından söz konusu fayda hareketlilik yaşanmasını beklemediğini vurgulayan Yaltırak, "Buradaki hareket hızına bağlı olarak bundan sonra da büyük bir ihtimalle binlerce yıl deprem olmayacak" diye konuştu. Prof. Dr. Cenk Yaltırak başkanlığındaki ekip, 7,6 büyüklüğündeki depremin yaşandığı Çardak Fayı'nın röntgenini çekiyor. İTÜ ekibi, Elbistan, Göksun, Ekinözü ve Nurhak ilçelerinde özellikle ulaşım olmayan yerlerde fay hattı üzerinde dron ile santimetre hassasiyetinde ölçümler yapıyor.

TÜRKİYE'NİN EN SARSICI DEPREMLERİ

Deprem araştırmalarında Türkiye'nin önde gelen yükseköğretim kurumlarından biri olan Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ), depremlere yönelik bilimsel araştırma raporları ile kamuoyunu bilgilendirmeyi sürdürüyor. Türkiye'yi yasa boğan Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından 'Saha Çalışmaları Yerbilimsel Deprem Ön Raporu' adıyla yeni bir rapor daha yayımlayan DEÜ'nün Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ökmen Sümer, Kahramanmaraş merkezli meydana gelen depremlerin sosyoekonomik ve çevresel etkileri bakımından Türkiye tarihinin en sarsıcı depremleri olduğunu belirtti. Sümer, "1939 Erzincan depremi (Mw: 7,9) ve 1999 Kocaeli-Düzce depreminden (Mw: 7,4) daha sarsıcı olan bu depremler, Türkiye'nin tektonik konumu itibariyle bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlatmıştır" dedi. Sümer ayrıca, depremin yaralarını sarmayı sürdürürken, bir yandan afete dirençli şehirlerin ve yapıların inşa edilmesinde bilimin rehber edilmesi gerektiğini vurguladı.

ALINAN ÖNLEM, RİSKİ YÜZDE 70 AZALTIR

'Deprem Gerçeği Türkiye ile Japonya' konulu seminerde konuşan Japon Yüksek Mimar ve Yüksek İnşaat Mühendisi Yoshinori Moriwaki, insanların sürekli ne zaman ve nerede, kaç şiddetinde deprem olacağını sorduklarını hatırlatarak; "Ne zaman deprem oluyor, ne kadar veya nerede değil; ne yapmalıyız? Bir gün deprem olacak bu belli. Bunu Japonya kabul etti, Türkiye de kabul etmeli" dedi. Moriwaki şöyle devam etti: "Herkes bana ve diğer hocalara ne zaman, nerede, ne kadar büyüklükte bir deprem olacak diye soruyor. Artık bunu bırakmalıyız. Japonya'da da Türkiye'de de deprem çok. Japonya 2011'de çok büyük deprem yaşadı, tsunamide 20 bin insan kaybetti. Ondan sonra riskleri azaltma adına çalışmalar yapıldı. Örneğin Marmara'da deprem olursa kaç bina çöker, kaç insan hayatını kaybeder, ekonomi bundan nasıl etkilenir bunlar hesaplanabilir. Bu hesaplama, riski yüzde 70 azaltabilir. O zaman neden yapmayalım. Allah'ım bu tekrar olmasın diyoruz. Olacak. Allah'ım bunun tekrarı kötü olmasın. Bu olabilir. Bunu yaparsak yüzde 70 riski azaltırız. Bunun için dua edelim. Biz duamızı yapmadan önce yapabileceklerimizin yüzde 100'ünü yapmaya çalışıyoruz. Önlem alıyoruz."
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.