HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 04 KASIM 2025, SALI

‘ZİHNİYET SAVAŞI’ veriyorlar!

12.01.2024 10:31
‘ZİHNİYET SAVAŞI’ veriyorlar!
‘ZİHNİYET SAVAŞI’ veriyorlar!
Eğitimdeki gericileştirme, ÇEDES denen Anayasa'ya aykırı laiklik karşıtı projeyle hız kazanmışken, yerellerdeki fiili bazı uygulamaların ÇEDES'i bile geride bıraktığı görülmektedir.

Daha önce Eğitim-İş Bursa Şubesi olarak skandallarıyla gündeme getirdiğimiz Nilüfer ilçesindeki Atatürk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nde olanlar, bunun en güncel örneği olmuştur.

ÇEDES aracılığıyla okullara imam, vaiz gibi din görevlileri sokulurken, Atatürk MTAL' de ise cemaat kelimenin tam anlamıyla okula taşınmıştır!

Okullarda mescit açılması girişimlerine dair yargılamalar hâlâ sürerken, bu okulun bünyesinde yaratılan fiili bir camide, ironik bir biçimde Müftülükten onay alarak cemaatle birlikte namaz kılındığını, yani okulun adeta camiye dönüştürülüp Müftülüğe bağlandığını duyurmuştuk.

Akıl dışı, laiklik karşıtı, öğrenci ve eğitim emekçileri açısından güvenlik açığı yaratan bu uygulamanın kahramanı olan okul yöneticileri, bugün başka bir skandalın daha başrolü olarak karşımızdalardır.

Her gerici gibi cezasızlık/yaptırımsızlık sayesinde daha da cüret bulan okul yöneticileri daha önce adına cami diyemediği için "namaz kılınan yer" olarak bağış istemek için mesaj attığı okulun whatsapp grubunda, bu kez başka bir 'veciz' paylaşımda bulunmuştur.

Öğretmenlerin de olduğu ve sadece yöneticilerin mesaj atabildiği, sadece duyuru ve bilgilendirmeler için kurulan mesajlaşma grubunu kendi siyasi not defteri gibi kullanmaktan geri durmayan Kenan Dunar, okulun içinde cemaatle birlikte, imam eşliğinde namaz kıldıkları bir fotoğrafı "Malum zihniyete' karşı omuz omuza. Dinimize, diyanetimize, cemaatimize sahip çıkıyoruz. Sonsuza dek" notuyla paylaşmıştır.

Tam da toplumda laikliğe yüksek sesle karşı çıkıldığı, hilafet ve şeriat isteme cüretlerine haklı olarak tepkilerin yükseldiği bir dönemde Dunar'ın 'malum zihniyet' notunu düşmesi de manidar olmuştur.

Her siyasal İslamcı gibi açık konuşmaktan korkan, korktuğu için ancak sonradan kıvırabileceğini düşündüğü imalarda bulunan ve korkusu, sahip olduğunu iddia ettiği cesaretine baskın çıkan Dunar'ın bu mesajı daha sonra okul müdürü tarafından silinse de, ekran görüntülerinin alınmasına engel olamamıştır.

Aynı müdür yardımcısı Kenan Dunar sabah töreninde elinde mikrofonla bahçe kürsüsünde, öğrencileri toplayarak ''Belki haberlerde internette görmüşünüzdür. Bizi şikâyet etmişler. Biz malum zihniyetle yıllardır mücadele ettik, dinimize kitabımıza bayrağımıza sahip çıktık. Biz gerekli izinleri aldık. Bu öğrencilerin cuma namazını burada kılmasını kimse engelleyemeyecek! Bu böyle biline! Ve bu gençlerimizin de imanlı, dinini, diyanetini bilen bir nesil olarak yetişmesini canı gönülden istiyorum. Sonsuza dek bu savaşı ben vereceğim. Belirtmek isterim. Bu yüzden de arkadaşlarımı, özellikle bu cuma bekliyorum. Namaz kılınan yer belli, arzu eden isteyen orada namaz kılmak için buyursun gelsin. Bekliyorum! '' ifadelerini kullanmıştır.

Eğitimde yöneticilerin nasıl liyakatsizce seçildiğinin canlı kanlı örneği olan müdür yardımcısı Kenan Dunar'ın cesaret edip de devamını getiremediği sözü biz tamamlayalım:

Dunar ve türevlerinin Anayasa'ya ve Milli Eğitim Temel Kanunu'na göre milli eğitimin ancak laik biçimde verilebileceği bu Cumhuriyet'te, okula cami cemaatini taşıyıp namaz kılarak savaşabilecekleri tek 'malum zihniyet' laikliktir. Dunar ve türevlerinin de malumu olmalıdır ki, Başöğretmen'in eğitim neferleri oldukça, Eğitim-İş oldukça gericilerin eğitimde kazanabileceği bir zafer yoktur, olamaz!

Eğitim-İş Bursa Şubesi olarak Müdür Yardımcısı Kenan Dunar ve Müdür Ömer Pınarlı hakkında "Görevi Kötüye Kullanma, Halkı Kin Ve Düşmanlığa Tahrik ve Ayrımcılık suçu gerekçeleriyle Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunduğumuzu ve konunun sonuna dek takipçisi olacağımızı ilan ediyoruz.

Ve bugün kendini hakim sanan aciz karanlığa yüz yıllık bir kararlılıkla sesleniyoruz:

 "Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur."

Yeliz Toy

Eğitim-İş Bursa Şubesi  Şube Başkanı

 
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.