HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 29 EKİM 2025, ÇARŞAMBA

Orhangazi’de Cumhuriyetin İlk Nefesi

29.10.2025 00:00
Cumhuriyet'in ilanı, bir ulusun küllerinden yeniden doğuşunun destanıdır. Bu destan, yalnızca bir yönetim değişikliğinin değil, bir milletin kaderine el koyduğu, tarih sahnesine onurla ve gururla döndüğü bir uyanışın adıdır. Yıkıntılar arasından doğan yeni devlet, sadece bağımsızlığını değil, aynı zamanda kendi kimliğini, dilini, tarihini ve geleceğini yeniden kurmuştur. Cumhuriyet, bu topraklarda yeniden doğan iradenin, aydınlanmanın ve millet olma bilincinin sembolüdür.

O yıllarda Türkiye'nin her köşesinde olduğu gibi, Orhangazi de bu yeniden doğuşun sessiz kahramanlarından biri olmuştur. Savaşın yorgunluğuna rağmen halk, büyük bir inançla evini, okulunu, camisini, değirmenini yeniden inşa etmiş, bir yandan da Cumhuriyet'in ışığıyla yeni bir hayata başlamıştır. Devletle vatandaşın, geçmişle geleceğin birleştiği bu dönemde, Orhangazi halkı Cumhuriyet'in yalnızca bir rejim değil, bir yaşam biçimi olduğunu tüm samimiyetiyle hissetmiştir.

Cumhuriyet Bayramı, işte o hissin, o inancın en güçlü yansıması olmuştur. Her yıl 29 Ekim'de yalnızca bir bayram değil, bir varoluş sevinci, bir milletin diriliş günü kutlanmıştır. Sokaklarda dalgalanan bayraklar, meydanlarda yankılanan marşlar, köylerde çalınan davullar, bir ulusun kaderine sahip çıkışının sesi olmuştur. Cumhuriyet, Orhangazi'de sadece devletin değil, halkın da kalbinde filizlenmiş; her taşında, her okulunda, her çocuğun gözlerinde yaşamaya başlamıştır.

Cumhuriyet'in ilk yılları, adeta bir milletin kendi kimliğini yeniden inşa ettiği yıllardır. Ulus-devlet olmanın bilinciyle dilde, tarihte ve eğitimde yapılan reformlar, yeni bir toplum yaratma kararlılığının göstergesidir. Devletin dili sadeleşmiş, okullar halkın hizmetine açılmış, tarih yeni bir bilinçle anlatılmaya başlanmıştır. Halk ile devlet arasındaki mesafe, artık bir yönetim hiyerarşisi değil, ortak bir hedef duygusuna dönüşmüştür. O hedefin adı çağdaşlaşma, aydınlanma ve özgürlük olmuştur.

29 Ekim tarihinin milli bayram olarak kabul edilmesi de bu ruhun kurumsallaşması anlamına gelir. Cumhuriyet'in ilanından iki yıl sonra, 19 Nisan 1925'te kabul edilen yasa ile 29 Ekim artık "Milli Bayram" olarak kutlanmaya başlanır. Bu karar, yalnızca bir takvim değişikliği değil, aynı zamanda bir milletin varlığını kutlama iradesinin ilanıdır. Cumhuriyetin ilk bayramları sade ama inanç doludur. Ülkenin dört bir yanında halk meydanlara toplanır, evler süslenir, okullarda müsamereler düzenlenir, köylerde bile davullar çalar. Çünkü bu bayram, herkesindir. Cumhuriyet, ne bir sınıfın ne bir zümrenin; tüm halkın ortak mirasıdır.

Bu ruhun Orhangazi'deki yansımaları da aynı inançla şekillenmiştir. Kurtuluş Savaşı'nın ardından, adeta küllerinden doğan bir ilçedir Orhangazi. 1927 tarihli Hüdavendigar Salnamesi, o yılların yeniden yapılanma azmini belgeleyen önemli bir kaynaktır. 800 ev, 1 otel, 1 han, 5 kahvehane, 2 fırın, 35 dükkân, 18 su değirmeni, 2 motorlu un fabrikası, 15 zeytinyağı değirmeni, 8 okul ve 10 cami inşa edilmiştir. Salnamede geçen şu satırlar, Cumhuriyet'in anlamını özetler niteliktedir: "Bu kadar inşaatın pek ucuz ve sade olması dahi, memleket halkının geleceğe dolgun bir iman ile hazırlandığına kanıttır."

O iman, işte tam da Cumhuriyet bilincidir. Halk, yalnızca taş üstüne taş koymuyor; aynı zamanda geleceğini inşa ediyordu.

Cumhuriyet Bayramları, bu ruhun halkla en yoğun şekilde buluştuğu anlar olmuştur. O dönemde kutlamalar üç gün sürerdi: 29, 30 ve 31 Ekim günleri boyunca karada, havada ve denizde şenlikler düzenlenirdi. Her yer kırmızı beyaz kurdelelerle, defne dallarıyla, yeşilliklerle süslenir; geceleri fener alayları yapılırdı. Türk devriminin kısa, çarpıcı sözleri mahyalarla yazılır, evlerin pencerelerine bayraklar asılırdı. Herkes, ama herkes, Cumhuriyet'in ne demek olduğunu hissederdi.

Orhangazi'nin ilk belediye başkanı Ahmet Derviş Bey de Cumhuriyet'in ilanını büyük bir coşku ve saygıyla karşılayan yöneticilerdendi. TBMM arşivlerinde yer alan belgelerde, 10 Ekim 1924 ve 2 Ekim 1925 tarihlerinde Orhangazi adına Meclis'e tebrik mesajları gönderdiği görülmektedir. Bu mesajlar, bir ilçenin sadece idari değil, duygusal olarak da Cumhuriyet'e bağlandığının kanıtıdır.

O yıllarda Cumhuriyet kutlamaları, Orhangazi'de yalnızca resmi törenlerle sınırlı kalmaz, bir halk seferberliği haline dönüşürdü. Okullar, meydanlar, hatta evler bu coşkunun sahnesi olurdu. Özellikle Orhanbey Okulu, bu kutlamaların merkezi konumundaydı. Öğrenciler şiirler okur, öğretmenler nutuklar verir, okul bahçesinde tiyatro oyunları sahnelenirdi. Cumhuriyet Alanı'nda yapılan etkinliklerde çocukların gülüşleri, öğretmenlerin kararlılığı, halkın alkışları bir bütüne dönüşürdü. Bugün bile o dönemin fotoğrafları bize bir milletin nasıl yeniden ayağa kalktığını gösterir.

1933 yılında, Cumhuriyet'in onuncu yılı kutlamaları Orhangazi'de adeta bir destana dönüşmüştü. Onuncu yıl marşı her sokakta yankılanıyor, meydanlar bayraklarla donatılıyordu. O yıl yalnızca bir bayram değil, aynı zamanda bir inanç gösterisiydi. Spor etkinlikleri düzenleniyor, yağlı güreşler, at yarışları, bisiklet yarışları yapılıyordu. Bu etkinlikler, Cumhuriyet'in "zinde, üretken, modern insan" idealinin bir yansımasıydı. İlçe merkezi kadar köylerde de aynı coşku hissediliyordu.

Fotoğraflarda o yılların Orhangazi'si tüm güzelliğiyle karşımıza çıkar: Tarihi Orhan Bey Camii'nin minaresi, belediye binasının önünde yapılan tiyatro gösterileri, İznik Gölü kıyısında yapılan sandal gezileri... Cumhuriyet yalnızca siyasette değil, gündelik yaşamda da kendini göstermiştir. İznik Gölü'nde yapılan taşımacılık, turistik geziler, ticari hareketlilik; her biri Cumhuriyet'in getirdiği huzur ve üretkenliğin somut örnekleridir.

Ve en önemlisi, o yılları yaşayanların hafızalarında yer eden o çocukça ama derin sevinçtir. 1916 doğumlu Fatma Sözen, "Cumhuriyet coşku ile kutlanırdı. Bayramdan iki gün önce davullar çalınmaya başlanırdı. Halk meydanda, çocuklar okulda toplanırdı." diye anlatır. 1917 doğumlu Çeltikçili Salih Kaya, "Dağlardan defne dalları toplardık, mektebi süslerdik, nutuklar okunurdu." der. 1922 doğumlu Nimet Eren, "Üç gün evvelinden davullar çalınırdı, çocuklara püsküllü halkalar dağıtılırdı." sözleriyle o neşeyi dile getirir. 1917 doğumlu Halim Cebecioğlu, "Meydan dolardı, davullar çalınır, halk eğlenirdi." diyerek anımsar. 1914 doğumlu Nuriye Soysal ise "Bir keresinde beni Cumhuriyet kızı yapmışlardı, elime bayrak verdiler, meydanda taşıdım." diyerek gururla anlatır.

Bu anlatılar, bir ulusun hafızasından silinmeyen sahnelerdir. Cumhuriyet, bu insanların gözyaşında, sevinç çığlığında, çocuklarının elinde taşıdığı bayraktadır.

Bugün 29 Ekimleri kutlarken, o yılların Orhangazi'sini hatırlamak bir nostalji değil, bir sorumluluktur. Çünkü Cumhuriyet, yalnızca geçmişin değil, geleceğin de teminatıdır. O gün Orhangazi'de atılan her taş, dikilen her bayrak, bugün hâlâ bu ülkenin ayakta durmasının sebebidir.

Cumhuriyet bir yönetim biçimi değil, bir karakterdir.

O karakter, Orhangazi'nin her sokağında, her zeytin dalında, her okul bahçesinde yaşamaya devam etmektedir.

 
Muharrem DEĞİRMEN /GÖZLEM / diğer yazıları
•Orhangazi’de Cumhuriyetin İlk Nefesi 29 00:00:00.10.2025
•Siyasetin Kör Noktasında ki ORHANGAZİ 22 00:00:00.10.2025
•Zeytin Para Edecek mi? Zeytinyağı Piyasasında Ne Olacak? 14 00:00:00.10.2025
•Bu torakların sesi BÜLENT BAKIŞ 12 00:00:00.10.2025
•HASTALARIN UMUDU, SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SABRI TÜKENİYOR 08 00:00:00.10.2025
•Orhangazi’nin Canına Okuyanlara Son Uyarı 02 00:00:00.10.2025
•Suskunluğunuzun arkasında korku mu var, çıkar hesapları mı? 27 00:00:00.09.2025
•Orhangazi’de Adaletin Yeni Rotası 25 00:00:00.09.2025
•Gaziler Gününü kutlamak “VEFA” ile başlar 18 00:00:00.09.2025
•Belirsizlik büyüdükçe kuşku haklılaşır! 17 00:00:00.09.2025
•MHP’li Bozoğlu’ndan Kaymakama İstiklal Marşı çıkışı 08 00:00:00.09.2025
•Orhangazi’nin gölü kendine küsmüşken 03 00:00:00.09.2025
•Hakikate Adanan Bir Ömür: 30 Ağustos’un Ruhuyla Haydar Baş’ın Vasiyeti 29 00:00:00.08.2025
•Orhangazi Kent Konseyi Ortak Akıl mı, Ortak Çıkar Kulübü mü? 20 00:00:00.08.2025
•ORHANGAZİMETRELİ ARKADAŞLAR… 18 00:00:00.08.2025
•Yurt Yerini kime neden sattın Bekir Aydın? 12 00:00:00.08.2025
•SİYASETİN UMUDU, HALKIN SESİ BERNA İL 05 00:00:00.08.2025
•Birinci Vazifen’ Bursa’da Birlik Ruhunun İmtihanı Kalem burada biter; meydan, umuda kalsın. 05 00:00:00.08.2025
•ORHANGAZİ’NİN PART TİME SİYASETÇİLERİ 29 00:00:00.07.2025
•Kırsalın Şehirleştirilmesi mi, Hafızasızlaştırılması mı? 15 00:00:00.07.2025
•ZALİMLERİN DEĞİŞMEYEN SOYU VE HÜSEYİNLERİN DİMDİK DURUŞU 05 00:00:00.07.2025
•Bir Selam Kadar Uzağımızda Ölüm Bizler hep birlikte İyiyiz 02 00:00:00.07.2025
•İKİ YÜZ KARASI AYNA: A HABER VE HALK TV 28 00:00:00.06.2025
•Fazıl Say ile "İznik Türküsü"nün Ardından 25 00:00:00.06.2025
•Ustadan Eser Kaldı, Senden Ne Kalacak? 18 00:00:00.06.2025
•Orhangazi Ziraat Şubesi’nde Ne Oluyor? 18 00:00:00.06.2025
•Partideki 'Biz'den Olmayanlar' Meselesi 18 00:00:00.06.2025
•Mahkumlar ve Yakınlarının Umutlarıyla Oynanan İnfaz Oyunu 11 00:00:00.06.2025
•İznik’ten Ankara’ya Giden Yol Kağan Mehmet Usta 29 00:00:00.05.2025
•“İstanbul’da Suç Olan, Orhangazi’de Neden Normalleştiriliyor?” 13 00:00:00.05.2025
•Hakikati Yazmanın Bedeli 05 00:00:00.05.2025
•Orhangazi’de Eski Mezar Taşlarının Sahipsizliği ve Korunma İhtiyacı: Tarih ve Kültürün Yok Olma Tehlikesi 28 00:00:00.04.2025
•Bursaspor’un Diriliş Öyküsü 16 00:00:00.04.2025
•Hakikat bayrağı düşmez Âşıklar ölmez 14 00:00:00.04.2025
•Cezaevlerinde Adalet Krizi ve Yaklaşan Tehlike 09 00:00:00.04.2025
•Siyaset Tartışıyor, Halk Geçim Derdiyle Boğuşuyor 26 00:00:00.03.2025
•Türkiye ve Orhangazi'de kadın cinayetleri 07 00:00:00.03.2025
•RAMAZANLAR DEĞİŞMEDİ, İNSANLAR DEĞİŞTİ 05 00:00:00.03.2025
•Orhangazi’de BESAŞ Fırtınası Ekmeğin ve Adaletin Hikâyesi 25 00:00:00.02.2025
•Adaletin Peşinde İki Farklı Perspektif 18 00:00:00.02.2025
•Cemal Öner: Orhangazi'nin Milli Görüş Davasına Adanmış İsmi 09 00:00:00.02.2025
•Araştırmacı Gazeteci İrfan Aydın ve 3. Göz Medya’nın Uyuşturucu ile Mücadelesi: Yargı Reformuna Yön Veren Rapor 03 00:00:00.02.2025
•Büyükbaş Hayvancılıkta Kriz: Her Kalemiyle Gerçekler Kurbanlık Büyükbaş Hayvanın Gerçek Bedeli 29 00:00:00.01.2025
•Neler bırakmadık ki 2024’te! 01 00:00:00.01.2025
•Hani otopark spor kulüplerine verilecekti? 25 00:00:00.12.2024
•Müslüman coğrafyasında "Müslüman" arar olduk..! 17 00:00:00.12.2024
•Çalışma hayatında öncü bir kadın ŞÜKRAN ÇOKLAR GÜNDÜZ 16 00:00:00.12.2024
•Özge Demir: Hak Mücadelesinin Güçlü Sesi 10 00:00:00.12.2024
•Orhangazi Tarımına Yön Veren Bir Lider: Dinçer Dimrit 06 00:00:00.12.2024
•PAŞAPINAR’A VE HİZMETE ADANMIŞ BİR HAYAT: CAVİT TAŞ 04 00:00:00.12.2024
•Eğitim, Sanayi ve Sosyal Kalkınmada Öncü Orhangazi TSO 03 00:00:00.12.2024
•Biri anlatsın Ne oluyor bu ülkede? 18 00:00:00.11.2024
•Topuklu Efe Çalışıyor, muhalifleri sahte hesaplarla uğraşıyor 06 00:00:00.11.2024
•BASKF için neden Çetin Yıldız ve ekibi? 31 00:00:00.10.2024
•OKURUMUZDAN MEKTUP VAR!!! 09 00:00:00.10.2024
•Rakı-Balıktan sporcu ile ilgilenmeye fırsat bulamayan Osman Kılıç 16 00:00:00.09.2024
•Sevdası TÜRKİYE olanların adresi 03 00:00:00.09.2024
•Bursa Gençlik ve Spor’da Gökay AZAK büyük bir şanstır 14 00:00:00.08.2024
•Gürle üzerine yazmak 20 00:00:00.07.2024
•Akçe, spor malzemeleri ve Cem Gençoğlu 29 00:00:00.06.2024
•Rakı-Balık Osman Kılıç!!! 24 00:00:00.06.2024
•Orhangazi’nin Sözde Abdulhamid Han Sevdalıları 15 00:00:00.06.2024
•Çetin Yıldız ve BASKF 07 00:00:00.06.2024
•Siyaset vefa ister, vefa başarıyı getirir 05 00:00:00.06.2024
•Kız Meslek dediler, Kimya Lisesi Projesi yaptılar 31 00:00:00.05.2024
•Orhangazi siyaseti sil baştan 23 00:00:00.05.2024
•Hatipoğlu’ndan açıklama var… 20 00:00:00.05.2024
•19 Mayıs öncesi gençlere yapılan kabul edilemez 18 00:00:00.05.2024
•YILDIZ PARLAMADI, BEYGİR ŞAHLANMADI, ŞİMDİ SIRA ARPA’DA! 12 00:00:00.05.2024
•MUHTARLIKLARDA NELER OLUYOR? 18 00:00:00.04.2024
•ORHANGAZİ’DE “GÜLÜMSEMEK” İSTİYOR 15 00:00:00.04.2024
•ORHANGAZİ'NİN BEKA SORUNU BAKİ BEKÂR 04 00:00:00.04.2024
•Seçimin 'etkisiz elemanları' DEVA, Saadet, DP ve Gelecek 04 00:00:00.04.2024
•NEREDEN NEREYE? 20 00:00:00.02.2024
•KALDI MI GİDERAYAK DEVREDİLMEYEN BİR ŞEY? 11 00:00:00.02.2024
•BÜYÜK ACININ 1. YILINDA BURSA VE DEPREM 06 00:00:00.02.2024
•1 NİSAN 2024 SABAHI 05 00:00:00.02.2024
•İRFAN AYDIN’DAN DOĞRU ZAMANDA DOĞRU BİR İZNİK PAYLAŞIMI 05 00:00:00.02.2024
•ANKETLER BİTTİ, TARTIŞMALARI BİTMİYOR 05 00:00:00.02.2024
•Evet, ATATÜRK Ne Güzel Bir Geceydi! 01 00:00:00.02.2024
•MADEM SEVDANIZ "ORHANGAZİ"!!! 24 00:00:00.01.2024
•GAZETECİLİK VEFADIR VEFA… 16 00:00:00.01.2024
•HATİPOĞLU DP’DEN ORTAK ADAY MI? 12 00:00:00.01.2024
•EMRAH KEÇİCİ BAŞARISI 12 00:00:00.01.2024
•Neler bırakmadık ki 2023’te! 03 00:00:00.01.2024
•KAYBEDİLEN 2019 SEÇİMLERİ ve BUGÜN!!! 27 00:00:00.12.2023
•KASABA BİZİM KASABA 27 00:00:00.12.2023
•ZAFER PARTİSİ’NDE YÜKSEL AKBAYRAK SÜPRİZİ 27 00:00:00.12.2023
•BÖLEN DEĞİL, BİRLEŞTİREN 27 00:00:00.12.2023
•AKAN SUDA İKİ KERE YIKANMAZ PAZARKÖY’ÜN GARİP SEÇİM HALLERİ 20 00:00:00.12.2023
•ÖZGÜR ÖZEL ve KILIÇDAROĞLU ARASINDA FARK YOK 20 00:00:00.12.2023
•Siyaset ve koltuk neler yaptırıyor insana! 05 00:00:00.12.2023
•“KADRO YÖNETİR BAŞKAN HESAP VERİR” 05 00:00:00.12.2023
•MEYDANIN ELİ TELEFONLU SİYASETÇİLERİ 15 00:00:00.11.2023
•Anılarda Atatürk ve Orhangazi 10 00:00:00.11.2023
•KİM BU ÖĞRETMENLER? 08 00:00:00.11.2023
•BURSA’DA Kİ BÜROKATIMIZ SEMİH ÖZ 25 00:00:00.10.2023
•CHP HATİPOĞLU’NU ADAY YAPAR MI? 17 00:00:00.10.2023
•EĞİTİMCİNİN EĞİTİMDEN GEÇMESİ!!! 12 00:00:00.10.2023
•RUHU OLMAYAN KASABA 83 YILDA DEĞİŞEN BİRŞEY OLDU MU? 26 00:00:00.09.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.