HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 10 KASIM 2025, PAZARTESİ

Yeni ÖTV Düzenlemesi: Yokuş Yukarı Bir Ekonomi Masalı

29.07.2025 00:00
Kâğıt üstünde hedef büyük...

24 Temmuz 2025 sabahı Resmî Gazete'den yükselen ses yine tanıdıktı: ÖTV oranları yenilendi. Motorlu kara taşıtlarında vergi düzenlemesiyle yeni bir döneme girildi. Bu kez yalnızca benzinli ya da dizel değil, elektrikli ve hibrit araçlar da bu zam dalgasından nasibini aldı.

Ve her şey kağıt üstünde harika gözüküyordu.

Devlet, 2025 için tam 2 trilyon 146 milyar TL'lik ÖTV hedefi koymuştu. Ocak-Mayıs döneminde bu hedefin sadece %32'si toplanabildi. Haziran'da toparlanma sinyali geldi ama hâlâ hedefin çok gerisindeyiz.

Ekonomistler diyor ki: "Matrahları güncelleriz, oranları yükseltiriz, yıl sonunda hedefe ulaşırız."

Ama o hedefin yolu halkın cüzdanından geçiyor.

Yeni Düzenleme ile Değişenler

Eskiden 1.6 litre motor hacmine kadar en düşük vergi uygulanırken, artık bu sınır 1.4 litreye çekildi.

Yani halkın "görece ucuz" otomobilleri bile artık daha yüksek vergilere tabi olacak.

•1.4 litre altı araçlar için ÖTV oranı %70'ten başlayıp %90'a çıkıyor.

•1.4–1.6 litre arası araçlar %75'ten başlayıp %100'e kadar ulaşıyor.

•Elektrikli araçlarda ise %10'luk ÖTV oranı tarihe karıştı.

•Yeni oran: En az %25.

Yani hem içten yanmalı hem elektrikli araçlar artık daha pahalı.

Vergisiz fiyatı 1.650.000 TL'yi geçen bir elektrikli aracın ÖTV'si %55'e, hatta bazı versiyonlarda %75'e kadar çıkıyor.

Evet: Sıfır emisyonla yola çıkan otomobiller bile yüksek vergiyle durduruluyor!

Vergi Arttı, Peki Satış Ne Olur?

Şimdi biraz geriye bakalım.

- 2023 ve 2024'te de benzer düzenlemeler yapılmıştı.

- Ancak alım gücü o dönemde bugünkünden daha iyi durumdaydı.

- Üstelik gelir dağılımındaki uçurum bu kadar büyümemişti.

Sonuç?

O yıllarda yapılan ÖTV artışlarına rağmen yıl sonu hedefleri tutturulabildi. Çünkü orta sınıfın satın alma gücü bugüne kıyasla daha diri, daha canlıydı.

Ama 2025 yılı başka bir tablo çiziyor.

Orta Sınıf Yokuşta

Bugün TÜİK'in makyajlı raporları dahi gizleyemiyor:

Orta gelir grubu eriyor.

Zengin daha zengin, fakir daha fakir.

Kredi faizleri %4'lerde, ikinci el fiyatları bile uçmuş.

Bir vatandaş, "asgari ücreti bile yakalayamayan otomobil hayalini" ÖTV matrahına bakarak ölçemez hâlde.

- Artık sadece fiyatlar artmıyor.

- Alım gücü düşüyor.

Ve bu gerçek, sadece bir ekonomik gösterge değil.

Bu, vergi politikasının halkla temas ettiği noktada kanıksanmış bir yoksunluk duygusu.

Peki Hedef Tutturulabilir mi?

Evet, belki teknik olarak yıl sonunda hedefe yaklaşılabilir.

- Çünkü vergi oranları yükseltildi.

- Çünkü Temmuz'da ayrıca Yİ-ÜFE zammı da devreye girecek.

- Ve çünkü Hazine her yolu deneyecek.

Ama satışlar düşerse, bu oranlar kağıt üstünde kalır.

Ve en kritik soru şudur:

Vergi oranı arttıkça, halk o aracı hâlâ alabilir mi?

Bu soruya cevap nettir:

Hayır, çünkü bu yeni düzenleme orta sınıfı dışarıda bırakmıştır.

Yani, devletin hedeflediği gelir, artık satış olmayacağı için yakalanamayabilir.

Sonuç: Sayılar Tutabilir

Matrahlar yükseldi.

Oranlar şişti.

Ama gerçek ekonomi, alışveriş listelerinde, galeri vitrinlerinde, taksitle alınan umutlarda yatıyor olsa da filo satışları veya ticari kredilerle hedefler tutabilir. Bu senede sayılar tutsa da gerçekten binici olan son kullanıcı araç sahibi olamayabilir.

Gerçi köy kahvesinde, sanayi çaycısında, mahalle berberinde tek ses var:

"Ne arabası kardeşim..."



Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni, Tarihçi-Yazar Muharrem Değirmen'in Kıymetli annesi Kadriye Teyzemizin vefatını derin bir üzüntüyle öğrendim. Hayatını ailesine, sevdiklerine ve güzel ahlakıyla çevresine adayan değerli Kadriye Teyzemiz, geride dualarla anılacak temiz bir isim ve unutulmayacak hatıralar bıraktı. Onun güler yüzü, sabırlı kalbi ve herkesi kucaklayan sıcaklığı hepimizin gönlünde yaşamaya devam edecek.

Bir anne kaybının yeri asla dolmaz, her daim insanın içinde bir boşluk bırakır. Ancak inanıyorum ki senin gibi onun terbiyesiyle büyüyen bir evlat olarak, onun duaları, sevgisi ve güzel izleri her zaman seninle yaşayacak. Zor zamanlarda sana güç verecek en büyük teselli, onun hayırla yad edilecek bir insan oluşudur.

Rabbim rahmetiyle muamele etsin, mekânını cennet eylesin. Başta sen olmak üzere tüm aile bireylerine, yakınlarına ve sevenlerine sabırlar diliyorum. Dualarımız sizinle, başınız sağ olsun.

Allah'tan rahmet, sana ve ailene sabır diliyorum sevgili Genel Yayın Yönetmenimiz. Kadriye Teyzemizin nur içinde yatması, Rabbimizin en güzel makamlarında ağırlanması dileğiyle…

 
Deniz Yılmaz UĞURLU / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.