HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 17 ARALIK 2025, ÇARŞAMBA

MÜDÜR BEY!...

17.12.2025 00:00
Orhangazi'de eğitim öyle bir seviyede ki, dışarıdan bakan biri "Her şey harika ilerliyor" sanır.

‎Tabii sadece dışarıdan bakarsa…

‎Zira içeriden bakınca harikalığın sebebi hemen anlaşılıyor:

‎İlçe Milli Eğitim Müdürü'nün sihirli dokunuşları(!)

‎Evet, sihirli…

‎Çünkü hangi sorun dile getirildiyse puf diye yok oluyor.

‎Nasıl mı?

‎Üzerine konuşulmayarak.

‎Görmezden gelinerek.

‎En etkili çözüm yöntemi!

‎Öğretmen eksikliği mi var?

‎— Yok canım, biraz daha "esnek çalışma" ile hallolur.

‎Sınıflar kalabalık mı?

‎— Ne güzel işte, öğrenciler sosyal ortamda büyümüş oluyor!

‎Okulda raporlara giren sıkıntılar mı var?

‎— Fotoğraflarda görünmezse sorun da görünmez!

‎Müdür Bey öyle bir strateji geliştirmiş ki, sahaya inmekle zaman kaybetmiyor.

‎Zaten sahaya inince sorun görme ihtimali var; bu da insanın moralini bozar.

‎En doğrusu odada kalmak, bilgisayar başında sorun çözmek(!).

‎Bilgisayarda sorun yoksa, hiçbir yerde yoktur mantığı…

‎Veliler soru soruyor:

‎"Hocam, bu konunun akıbeti nedir?"

‎Cevap: Derin bir kurumsal sessizlik.

‎Sessizlik öyle güçlü ki, neredeyse yönetim biçimine dönüşmüş durumda.

‎Öğretmenler dert anlatıyor:

‎"Bir plan yapılacak mı?"

‎Cevap: Fotoğraflı bir ziyaret ve altına yazılan klasik cümle:

‎"Eğitim bizim önceliğimizdir."

‎Evet, öncelik…

‎Ama neyin önceliği belli değil.

‎Orhangazi'de eğitim öyle güvenli ellerde ki, sorunlar büyüse de kimsenin eli titremiyor.

‎Hatta bazı sorunlar o kadar büyüyor ki, artık onlara "yerleşik düzen" demek daha uygun oluyor.

‎Ama hakkını yemeyelim…

‎Müdür Bey'in başarısı da var tabii:

‎Sorunları çözmek yerine alışmayı başarmış bir ilçe oluşturmak.

‎Bu da herkese nasip olmaz.

‎Sonuç olarak;

‎Orhangazi'de eğitimde her şey yolunda — en azından öyleymiş gibi davranılırsa.

‎Gerçekler?

‎Onlar için ayrı bir dosya açılır, adı da "Gereği yapılacaktır" olur.

‎Ve bu ilçede en büyük ironi şu:

‎Eğitimde başarının önündeki tek engel, 'başarısızlığın fark edilmemesi' kadar iyi saklanmış bir yönetim anlayışı.

‎Sayın ilçe Müdürü, sizi rahatsız ediyorum ama küçük bir sorum var.

‎Bu okullarda hâlâ eğitim mi veriliyor?

‎Yanlış anlamayın, tabelada öyle yazıyor, doğru. Zil çalıyor, sınıflar dolu, yoklamalar tam. Ama sanki eğitim biraz fazla iddialı bir kelime olmuş. Biz burada daha çok oyalanma işi yapıyoruz gibi.

‎Çocuklar geliyor ama ders var ama hedef yok. Rehberlik odası açık ama yönlendirme kapalı. Başarı mı? Onu geçen yıllarda bıraktık, arşivde duruyordur.

‎Müdür bey, eskiden bu okullardan derece çıkardı. Şimdi erken çıkış çıkıyor. Açık liseye geçişler, devamsızlıklar, "nasıl olsa okumayacak" cümleleri… Hepsi sistemli, planlı, programlı. Tebrik ederim.

‎Sormak isterim İlçe milli Eğitim müdürüne;

‎Bu kadar hayalsiz çocuğu aynı binada toplamak da bir başarı sayılıyor mu?

‎Veliler memnun, çocuklar serbest, gelecek belirsiz ama kimse rahatsız değil. Zaten rahatsız olmak için biraz eğitim gerekir. O da fazla kaçar bize.

‎Estağfurullah müdür bey, yanlış anlaşılmasın.

‎Biz şikâyet etmiyoruz.

‎Sadece eski başarıları özlüyoruz…

‎Ama çok da yüksek sesle değil, rahatsızlık vermeyelim.



ZORUNLU EĞİTİM YASASI İLE KAYBEDİLEN ÇOCUKLARIMIZ.

‎4+4+4 Zorunlu Eğitim yasası 2012'de yürürlüğe girdiğinde, eğitim sistemi bir gecede altüst edildi. Bilim yoktu, planlama yoktu, pedagojik temel yoktu.

‎Vardı bir "talimat", gerisi zaten önemli değildi.

‎Ve ne yaptılar?

‎Önce 60 aylık çocuğu okula sürüklediler.

‎66 ayı "zorunlu" tuttular.

‎O dönem biz okul müdürleri günlerce bu bu eleştirdik.

‎"Bu bilim dışı. Bu çocuklara zarar verirsiniz. Yapmayın" dedik. Sonra siz çok konuşuyorsunuz diyerek bir anda kendi ideolojilerine biat etmeyen tüm okul müdürlerini görevden alarak kendi zihniyetine uyan iş bilmez insanları yönetici yaparak bütün Eğitim hafızasını yerle bir ederek sildiler ve orhangazi de bu olumsuzluktan nasibini ilçelerden biri oldu.

‎Neyse sonra tüm bunlara karar verenler için eğitim ve bilim sadece işlerine geldiğinde hatırlanan bir süs olduğundan kimsenin umurunda olmadı.

‎Sonra daha da vahimi oldu.

‎Okula göndermek istemeyen ailelerden çocukları için "yetersizdir" raporu istediler.

‎Devlet eliyle çocuklara damga vuruldu.

‎Ne için?

‎Bir kararın yanlış olduğunu kabul etmemek için.

‎Bir hatayı geri adım atmadan yürütme ısrarı için.

‎Bir yıl sonra ne oldu?

‎Rapor çöpe gitti. "Dilekçe yeterliymiş" dediler. Çünkü yanlışı savunacak güç kalmamıştı.

‎Aradan Altı yıl geçti…

‎Okula başlama yaşı 69 aya çekildi. Bir yıl daha erteleme hakkı verildi.

‎Yama üstüne yama… Hata üstüne hata… Üstelik her seferinde bedeli çocuklara ödeterek.

‎Ve 2026'e geldik sayılır.

‎13 yıl sonra nihayet itiraf etmek zorunda kaldılar:

‎Erken başlatmak zararlıymış…

‎Öğrenme açıkları büyüyormuş…

‎Yaş farkları sınıfta zorbalığa yol açıyormuş…

‎Çocuk okul olgunluğuna ulaşmadan okula başlatmak, çocuğun gelişimini sekteye uğratıyormuş…

‎Yani yıllardır uzmanların söylediğini şimdi "keşfetmiş" gibiler.

‎Şimdi yeni hedef ne?

‎Başlama yaşını yine 72 aya çıkarmak.

‎Soru şu:

‎13 yıl önce kaç aydı? 72

‎Yani 13 yıl boyunca ülkenin çocuklarını bir deney tahtası gibi kullanıp, en sonunda başladıkları yere döndüler.

‎Ama aradaki yıllar?

‎Kaybolan çocukluklar?

‎Özgüveni ezilen, öğrenme açığı büyüyen, zorbalığa maruz kalan binlerce çocuk?

‎Hangi düzenleme bunu telafi edecek?

‎Ve en acısı da şu;

‎Bu ülkede hâlâ birileri çıkıp "Ben yaptım oldu" diyebiliyor.

‎Çünkü bedeli hiçbir zaman yapanlar ödemiyor.

‎Bedeli hep çocuklar ödüyor, hep aileler ödüyor.

 
Yılmaz AYDEYER / MİHRALI BEY / diğer yazıları
•MÜDÜR BEY!... 17 00:00:00.12.2025
•İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜ GERÇEKTEN YÖNETİYOR MU, YOKSA SADECE MAKAMI MI DOLDURUYOR? 10 00:00:00.12.2025
•Öğretmenevi peşkeş iddialarına karşı susamazsınız! 27 00:00:00.11.2025
•MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü ANLAMAK 10 00:00:00.11.2025
•Futbolun Mezar Taşında Orhangazi Yazıyor! 05 00:00:00.11.2025
•Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?” 29 00:00:00.10.2025
•Orhangazi’nin Sınavı. ‎Eğitim mi, Ezber mi? 22 00:00:00.10.2025
•DÜŞÜNÜR KOLEJİ GERÇEĞİ. . . 14 00:00:00.10.2025
•KİM BU OKUL MÜDÜRÜ? 08 00:00:00.10.2025
•Uyuşturucu ile çürütülen nesil. . 02 00:00:00.10.2025
•Çocuklar Tarikatlara Teslim Edilmez, Edilmemeli! 25 00:00:00.09.2025
•Orhangazi’de “Kırtasiye Parası” Oyunu 17 00:00:00.09.2025
•‎O günün öğrencileri açtı, üşüyordu 10 00:00:00.09.2025
•Orhangazi 2025-2026 Eğitim-Öğretimine Hazır mı(?) 03 00:00:00.09.2025
•DEFTER YERİNE SİLAH TUTAN ELLER.. . 29 00:00:00.08.2025
•OKULLARDA EK DERS YOLSUZLUKLARI 20 00:00:00.08.2025
•İmam Hatipler Neden Boş? 12 00:00:00.08.2025
•Muharrem Değirmen ve ÇPL 05 00:00:00.08.2025
•3.Göz Gazetesinin Orhangazi Eğitimine katkısı 29 00:00:00.07.2025
• “Fen Lisesi açtık” demekle olmuyor ‎ 24 00:00:00.07.2025
•ORHANGAZİ’DE LGS FİYASKOSU ve Orhangazi’de Eğitim Kıyımı 15 00:00:00.07.2025
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.