HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 27 KASIM 2025, PERŞEMBE

DUS KRİZİ: GENÇ HEKİMLERİN EMEK VE UMUT SINAVI

27.11.2025 00:00
Her yıl olduğu gibi, geçen yıl da diş hekimliği öğrencileri hak ettikleri gurur ve sevinçle diplomalarını aldılar. Diş hekimliği öğrencileri, ülkemizde en yüksek yüzdelik dilimlerden gelen, disiplinli çalışmalarıyla bu bölüme hak kazanan başarılı gençlerdir. Bu öğrencilerin beş yıllık eğitimine tanıklık eden herkes çok iyi bilir ki bu yol, büyük emek isteyen, sabır ve kararlılık gerektiren, oldukça yorucu bir süreçtir.

Bu süreci en yakından izleyen aileler ise bir yandan çocuklarının yaşadığı yıpranmayı hissederken bir yandan da ağır bir maddi yükün altında eziliyor. Günümüz ekonomik şartlarında bir evladı meslek sahibi yapabilmek için neredeyse tüm aile ortak bir fedakârlığın içine giriyor; yaşamsal ihtiyaçlar kısılıyor, harcamalar azaltılıyor.

İnsani değerlerin kazanımı bu hayattaki en kıymetli ölçüdür. Akademik başarı bundan sonra gelir. Ancak bu dengeyi de çok iyi kurmalıyız. Her konuda olduğu gibi, itidalli bir yaklaşım sergilemek gerekir. Başarıyı da görmezden gelmemeli, hak ettiği değeri vermeliyiz.

Tam da bu nedenle, bu yılki mezunları karşılayan sınav takvimi değişikliği büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Her sene iki kez yapılan DUS sınavının herhangi bir gerekçe sunulmadan yılda bire düşürülmesi ve neredeyse yıl sonuna ertelenmesi genç hekimlerde haklı bir kaygı doğurmuştu. DUS zaten aylarca süren yoğun bir hazırlık, uykusuz geceler ve büyük bir stres demekti. Sınavın yılda iki kez yapılması, öğrenciler için psikolojik bir güvenlik alanıydı; kaygıyı azaltan küçük ama önemli bir nefes payıydı. Tek sınava düşürülmesi ise hem motivasyonu zedeliyor hem de genç hekimlerin kariyer planlarını doğrudan etkiliyordu.

Yoğun tepkiler, genç hekimlerin sesini duyurma çabası ve meslek örgütlerinin desteğiyle bu yıl için DUS sınavlarının yeniden iki kez yapılmasına karar verildi. Bu karar, sadece öğrencilerin değil, sağlık sisteminin geleceği açısından da olumlu bir adım oldu. Gençlerin sesine kulak verilmesi, aslında geleceğin sağlık hizmetine kulak verilmesidir.

Elbette bu gelişme sevinçle karşılandı; ancak aynı zamanda önemli bir gerçeği de hatırlattı: Genç hekimlerin kaygıları, beklentileri ve yaşadıkları belirsizlikler zamanında duyulmazsa, bu durum sadece bireyleri değil, tüm toplumsal yapıyı etkiliyor. Ununu elemiş, düzenini kurmuş tecrübeli diş hekimlerinin genç meslektaşlarının yanında durması, onların sesi olması her zamankinden daha önemlidir.

Umarım bundan sonraki süreçte sınav takvimleri daha öngörülebilir, daha şeffaf ve daha istikrarlı bir şekilde planlanır. Çünkü gençlerimizin ihtiyacı olan şey yalnızca bilgi değil; aynı zamanda adaletli, güven veren ve destekleyici bir sistemdir.

 
Neşe BAKIŞ / Kadrajımdaki Hayat / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.