HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 25 KASIM 2025, SALI

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI VE BEKİR ÇAVUŞ(CİNGÖZ)

29.08.2025 00:00
2023 Yılı Yerel seçimler zamanı idi. Nilüfer Antika Pazarında tezgahta idim. Bir kaç gün öncesinde Atatürk ile ilgili bir rüya görmüş ve etkisinde kalmıştım. Üzerine gelen misafirimiz de Mustafa Kemal Atatürk'ün Yakın koruması Bekir Çavuş'un damadı çıkınca güzel bir tesadüf oldu. Sohbet muhabbet der iken Bekir Çavuş'un anılarına geldi. Kitaplaştırma çalışmamız üzerine yoğunlaştık.

Şimdi kısaca Bekir Çavuş'un Kim olduğunu sizlere tanıtayım;

BEKİR CİNGÖZ (ÇAVUŞ)

Alaca'nın kahramanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün yakın koruması Bekir Çavuş(Cingöz)

Bekir Çavuş (Cingöz) ,Alaca ilçesine bağlı Akören köyünde doğmuştur

Bekir Çavuş (Cingöz) ,1920'li yıllardan 1936 yılına kadar Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün yakın korumalığını yapmıştır

Bekir Çavuş, Milli Mücadele döneminde Şark cephesinde Kazım Karabekir komutasında görev yaptığı sırada, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Erzurum Kongresi münasebetiyle Erzurum'a gelmesi üzerine 1919 da Kazım Karabekir Paşa tarafından Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün maiyetine verilmiştir.

Bekir Çavuş, Erzurum Kongresi'nden 1936 yılına kadar Atatürk'ün yakın koruması (Emir Çavuşu)ve savaş sonrasında komiser rütbesiyle hizmetine devam ettirmiştir.

Eski Muhafız Taburu Birliği'nin lideri Topal Osman'ın Çankaya Köşkü'nün yönelik saldırı girişiminde Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün otomobili ile Çankaya köşküne gelen Bekir Çavuş, üç kurşunla yaralanmasına rağmen çatışmaya devam etmiştir, kurşunlardan bir tanesi omuriliğinde kalmıştır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından tedavisi için Viyana'ya gönderilmişse de maalesef, kurşunlardan bir tanesi çıkarılamayarak omuriliğinde kalmıştır. 1956 yılında omuriliğindeki kurşunun etkisiyle rahatsızlanmış kendisini yakından tanıyan o dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, gereken ilgiyi göstermiş olsa da 1960 yılında tekrar rahatsızlanarak vefat etmiştir.

HALİL BEY İLE BULUŞMAMIZ

Bekir Çavuş'un Damadı Halil bey'in evinde Gayet samimi bir atmosfer de özel anıların konuşulduğu bir ortamdı. Halil bey Eşi ile tanışması vs bir çok konuya değindiğimiz sohbetimizde kah duygulandı. Kah Coşkulandı.

Ancak Mustafa Kemal Atatürk'ün adı her geçende gözleri doldu.

Bugün ben size kahramanlıkları savaşları vs anlatmayacağım. Kendisini Ulusuna vakfetmiş bir Ulu insanın hayatından, öngörülerinden, başarılarından ve başaramadıklarından bahsedeceğim.

Halil bey'in evinde karnımın aç olduğu düşüncesi ile Mustafa Kemal'in yemek anısı ile başladık;

Ömrü cephelerde geçen Mustafa Kemal Atatürk Bir gün Bekir Çavuş'a dert yanıyor. Diyor ki, cepheden cepheye koştum, oradan gittim, ev yemeklerine hasret kaldım diyor.

Bekir Çavuş;

Paşam diyor ki, hiç merak etme diyor.Sen hangi yemeği istiyorsan, ben evden getireceğim diyor.

Halil Aydındağ; Şimdi o dönem de bayağı sıkıntılı bir dönem.

Atatürk; Ben diyor ki burada devlet işleri var, şu bu var, köşkten de çıkamam.

Bayağı işlerim var.

En iyisi diyor, şuna karar veriyor, Kayınvalide hanım geliyor, köşkün müştemilat bölümü, Atatürk'ün istediği yemek yapıyor ve geri dönerek eve gidiyor ve bu arada garsona servisi yaptırıyor Atatürk kayınvalideye yorulmasın diye.

Ve bu arada zaman zaman bu tür şeyler oluyor.

Murat Bardakçı resmi mutfak kayıtlarını yazdı kitaplaştırdı. O kitapta bizim yazdıklarınızı bulamazsınız.

Özel anılar konu olunca daha dikkatli seçmek zorunda kalıyorsunuz kelimeleri maalesef...

Benim için epey zor bir yazı bu yazı, Yazıyı yazarken Gerekli izinleri alarak, yazmaya başladım. Elimizde anlatılan anılardan başka kaynak eserlerde var. Başvuru kaynağı bunlarıda tarayarak bilgi dağarcığı oluşturmaya çalıştık.

YER ERZURUM KONGRESİ 1919

Yıl 1919 yer Erzurum Temmuz Ağustos ayları ömrü cephelerde geçen başka bir Ulu asker Kazım Karabekir paşa Baktık mı adamı yüzünden tanıyan o tecrübeli kişi Henüz daha çocuk yaşta 15'lilerden Bekir Çavuş'u Hadi evlat vazife seni bekler der ve Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün mahiyetine verir.

Halil bey'in anlattığını aktarıyorum.

Padişah tarafından Tutuklanması emredilen kişinin mahiyetine Koruma eri veriyor.

Paşam Sana Çorum Alaca Akören Bozoklarından bir asker veriyorum.

İyi silah kullanır, sizde Eğitim verin, der. Hatta birde fotoğraf çekinirler Bekir Çavuş ile Kazım Karabekir paşa Erzurum'da müzede o resmi Halil bey gördüğünü söyledi. Bir kopyası evinin duvarında idi. İşte bu tanışma 1936 yılına kadar resmi olarak sürüyor.

1936 yılı sonrası gayri resmi şekilde ziyaretler görüşmeler oluyor. Özellikle Ulu önderin naaşı Etnografya müzesinde bekletilir iken Bekir Çavuş naaşı sık sık ziyaret eder. Hatta naaş Anıtkabir'e taşınacağı vakit bizzat çalışmalara katılır. Halil bey naaşı bizzat Bekir Çavuş'un da içinde bulunduğu ekibin toprağa verdiğinden bahsetti.

Bir köşe yazısına kaç tane anı sığdırabiliriz meçhul, özellikle Anıtkabir ziyaretimde beni aydınlatan Anıtkabir yetkililerine teşekkür ederim. Daha Atatürk'ün sağlığında başlayan kara propaganda çalışmaları halen çok güçlü malesef. Özellikle Alman propaganda bakanı Goebbels'in bizzat Türkiye'ye ziyareti mutlaka incelenmelidir.

Veliaht Vahdettin ile birlikte Almanya seyahatine çıkan ve ilk Karşılayan On başının bir zaman sonra Almanya'nın başına geçebileceğini ön görmesi Ulu önderin ileri görüşü için yeterli bir örnektir. Ankara'da 27 Ağustos'ta Havacılık tarihi yazar Mustafa Kılıç'ın Sergisi olacak. Etimesgut Belediye Başkanı Sayın Erdal Beşikçioğlu başkanın himayesinde hava ve akrobasi gösterileri olacak. Ankara'ya yolu düşenlere duyrulur...

Bu vesile ile 30 Ağustos Tayyare ve Zafer Bayramı Yüce Türk ulusuna kutlu olsun.

 
İlhan ERDEM / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.