HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 04 KASIM 2025, SALI

Tüm Yük Çiftçiye Yıkılıyor

05.03.2025 22:21
Tüm Yük Çiftçiye Yıkılıyor
Tüm Yük Çiftçiye Yıkılıyor
Yakup Yüce'den İznik Gölü'ndeki Sulama Yasağına Sert Tepki:
 "Tüm Yük Çiftçiye Yıkılıyor"
 
 
 
Zafer Partisi Orhangazi İlçe Başkanı Yakup Yüce, İznik Gölü'nden çiftçilere getirilen sulama yasağına sert tepki gösterdi. Sanayi kuruluşlarının gölden su çekmeye devam ederken, çiftçilere yasak getirilmesini büyük bir adaletsizlik olarak değerlendiren Yüce, "Gölü korumak hepimizin sorumluluğu, ancak bu sorumluluğu sadece çiftçilerin omuzlarına yüklemek büyük bir haksızlıktır" dedi.
 
 
 
"Sanayi Serbest, Çiftçi Yasak"
 
 
 
Çiftçilerin gölden aldığı su miktarının kamuoyuna abartılarak sunulduğunu belirten Yüce, "Bölgedeki çiftçilerimizin gölden aldığı su, sanayi kuruluşlarının tüketimiyle kıyaslanamayacak kadar az. Ancak nedense tüm suç çiftçilerimize yükleniyor. Sanayi kuruluşlarının ne kadar su tükettiği, kaç artezyen kuyusu açtığı, bu kuyularla gölü besleyen kaynaklardan ne kadar su çektiği konusunda hiçbir açıklama yapılmıyor. Yetkililer, sadece çiftçilere yasak getirmekle sorumluluktan kurtulamaz" şeklinde konuştu.
 
 
 
"Gölü Asıl Kim Kurutuyor?"
 
 
 
Gölün su seviyesinin düşmesinde sanayinin büyük payı olduğunu belirten Yüce, şu ifadeleri kullandı:
 
"İznik Gölü'nün su seviyesinin azalmasında yalnızca tarımsal sulama etkili değil. Sanayi tesisleri, özellikle de büyük ölçekli işletmeler, gölden ve yeraltı sularından kontrolsüz şekilde su çekiyor. Sanayinin gölden çektiği suyun miktarı, neden kamuoyuna açıklanmıyor? Çiftçilerimiz ekinlerini sulamak için su kullanırken, sanayi kuruluşları yüksek miktarlarda su tüketiyor ve atık sularıyla gölü kirletiyor. Ancak tüm günah çiftçiye yıkılıyor."
 
 
 
Yüce, İznik Gölü çevresinde aşırı su tüketen ve ekosisteme zarar veren sanayi kuruluşlarının su kullanım izinlerinin detaylı bir şekilde gözden geçirilmesi gerektiğini belirterek, "Göl çevresindeki su tüketimiyle ilgili şeffaf raporlar hazırlanmalı ve bu verilere herkes ulaşabilmelidir" dedi.
 
 
 
Çözüm Önerileri: Adaletli ve Sürdürülebilir Bir Yaklaşım Şart
 
Yüce, İznik Gölü'nün korunması için tek taraflı yasaklarla değil, adaletli ve sürdürülebilir bir yaklaşımla hareket edilmesi gerektiğini belirterek şu çözüm önerilerini sundu:
 
1. Sanayi Tesislerinin Su Kullanımı Denetlenmeli:
 
Sanayi kuruluşlarının gölden ve yeraltı kaynaklarından ne kadar su çektiği kamuoyuna açıklanmalı.
 
Büyük sanayi tesislerine sınırsız su kullanma izni verilmemeli, sanayi su kullanımı düzenli olarak denetlenmeli.
 
2. Şeffaf Raporlama Sistemi Kurulmalı:
 
Devlet kurumları, göl ve çevresindeki su kullanım miktarlarını düzenli olarak açıklamalı.
 
Gölü besleyen yer altı sularının durumu takip edilmeli ve tüm verilere halkın erişimi sağlanmalı.
 
3. Çiftçilere Alternatif Sulama Yöntemleri Sunulmalı:
 
Modern sulama teknikleri (damla sulama, yağmurlama sistemi) teşvik edilmeli ve devlet desteği sağlanmalı.
 
Çiftçilere su kullanımına yönelik eğitimler verilerek, kaynakların daha verimli kullanılması sağlanmalı.
 
4. Sanayi ve Çiftçilik İçin Ortak Su Yönetim Planı Geliştirilmeli:
 
Su kullanımında adalet sağlanmalı, çiftçilerin üretim yapabilmesi için makul miktarda su tahsis edilmeli.
 
Göl ekosistemine zarar vermeyen, sürdürülebilir su yönetimi politikaları hayata geçirilmeli.
 
"Gölümüzü Korumak Geleceğimizi Korumaktır"
 
Son olarak yetkililere seslenen Yüce, "Gölümüz hepimizin ortak değeridir. Onu korumak sadece çiftçilerin değil, sanayi kuruluşlarının da sorumluluğudur. Şeffaf, adil ve sürdürülebilir bir su yönetimi politikası uygulanmazsa, hem tarım hem de ekosistem büyük zarar görecektir" diyerek yetkilileri göreve çağırdı.
 
Yüce'nin açıklamaları, İznik Gölü çevresinde tarım ve sanayi arasındaki su tüketimi tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Çiftçiler, gölün yalnızca kendilerine yasaklanmasına tepki gösterirken, sanayi kuruluşlarının su tüketimi konusunda herhangi bir düzenleme yapılmaması kamuoyunda büyük bir tartışma yaratmaya devam ediyor.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.