HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 25 KASIM 2025, SALI

31 TEMMUZ 2023 MAĞDURİYETİ

25.02.2025 00:00
4. Yargı Reformu ile ilgili yazdığımız üç bölümlük yazı dizisinde değindiğimiz konulardan biri olan 31 Temmuz 2023 yasası mağduriyetinin, bu hafta itibariyle meclise geleceğini öğrendik. Hatırlarsanız ki yazımızda iki farklı kişinin aynı suçu aynı şartlarda ve aynı zamanda işlediğini ancak yargının hızına göre birinin çıkan yasadan faydalandığını diğerinin faydalanamadığını açıklayarak kaleme almıştık. Yazının bu kısmı hiç değiştirilmeden AK PARTİ tarafından kamuoyu ile paylaşıldı. Güzel bir gelişme, geç kalınmış bir hamle. Umuyoruz ki daha fazla gecikmeden alınan denetim hakları geri verilir.

Aynı zamanda 2023 öncesi hapiste olana 3 yıl; covid izninde olana 5 yıl verilen denetim süresi de, herkese 5 yıl şeklinde düzenleniyor. Bu adaletsizliğin ortadan kalkması mutlu edici ancak unutulmaması gereken çok mühim noktalar var. Bu yasa yürürlüğe girdikten sonra çok sayıda tahliye bekliyoruz. Denetimli serbestliğe ayrılacak olan hükümlülerin hayata kazandırılmaları ve tekrar suça karışmalarını engellemek çok önemli. Şu an da dışarı çıkan bir hükümlü sabıkasından-sicilinden dolayı iş bulamıyor.

En fazla 1- 2 ay iş aradıktan ve bulamadıktan sonra ne yazık ki para kazanmanın illegal yollarına başvurmak zorunda kalacaktır. Önümüzde bu şahısların iş bulabilmeleri için iki yol var. İlk olarak adli sicil kayıtlarının gizlenmesidir. Bu şekilde iş bulmaları kolaylaştırılmalıdır. Devlet adli sicil kayıtlarını kendi işleri ve yargı mekanizmasında kullanmak üzere silmese bile gizlemelidir. Bu yapılamıyorsa iş verenlere bazı teşvikler verilmelidir. Örneğin iş yerine alınan bir hükümlü yada eski hükümlü için sigorta primini işveren değil devlet karşılamalıdır. Bu uygulama işverenleri, işe eski hükümlü almak için teşvik edecektir. Bu tarz uygulamalar olmadığı sürece dışarı çıkardığımız hükümlüleri meslek sahibi, iş sahibi yapamadığımız sürece ne yazık ki filmin sonu bellidir. 1 yıl bile geçmeden aynı hükümlü sayısına ulaşır ve hatta şu anki rakamları bile geçeriz. Buradan devlet büyüklerimize sesleniyorum; hiçbir af hiçbir yasa adalet sistemi ve ceza tekif evlerindeki tıkanıklığı açamaz. Bunlar ancak geçici ve basit çözümlerdir. Şiddetli bir kanamaya yapılan bir tampondur.

Ancak şu an kanama o kadar ağır ki tampon değil ameliyat gereklidir. Aksi takdirde kanın akışını yavaşlatır ancak asla tamamen durduramayız. Bu hükümlülerin iş bulma ve iş edinmesini devlet takip etmeli, yönetmeli ve denetlemelidir. Bunun yanında kendi işini yapmak ve kurmak isteyen eski hükümlülere verilen sıfır faizli kredilerin arttırılması gerekmektedir.

Şartlar daha basitleştirilmeli gerekirse sıfır fazili kredilerin yanında küçük hibelerle iş yerlerinin ayakta durabilmesi desteklenmelidir. Ayrıca eski bir hükümlünün halinden yine eski bir hükümlü anlar. Bir iş verene dönüştürdüğümüz bu eski hükümlülerin, iş yerlerinde eski hükümlü çalıştırma konusunda da daha anlayışlı olacaklarını düşünüyorum.

31 temmuz mağduriyetinin giderilmesinin yanı sıra denetimli serbestlik hakkının artan cezalarla doğru orantılı olarak kalıcı arttırılması, suça sürüklenen çocukların infaz şartlarında pozitif ayrımcılık yapılması ve açık cezaevlerinde olup da örgün eğitimde üniversite okuyan öğrenci-hükümlülerin ev hapsine gönderilmesi gibi elzem yasaları da bir an önce mecliste görmeyi temenni ediyoruz.

Yapılan ve üstünde çalışılan yasaların milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Umuyoruz ki hızlı bir şekilde gerçekleşir çünkü geç kalmış bir adalet, adalet değildir.

Vural IŞIK 25.02.2025

Mail adresi: milligokkubbe@gmail.com

 X Hesabı: @GokKubbeRuhu

 
Vural IŞIK / GÖKKUBBE / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.