HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 01 KASIM 2025, CUMARTESİ

En yüce değer ADALET

09.04.2025 00:00
Adalet, bir toplumun temel taşıdır. İnsanların birbirleriyle barış içinde yaşamalarının, haklarını savunabilmelerinin ve eşit bir şekilde muamele görmelerinin yolu, adaletten geçer. Bir toplumda adalet yoksa, o toplumda huzur da yoktur. Adalet, sadece mahkemelerin verdiği kararlarla değil, her bireyin hayatına yansıyan bir değer, bir düzen olmalıdır. Herkesin haklarının eşit bir şekilde gözetildiği, adil bir sistemde insanlar kendilerini güvende hissederler. Bu yazıda, adaletin toplumdaki rolünden, 3. Göz Medya ve araştırmacı gazeteci İrfan Aydın'ın adalet mücadelesinden, Atatürk'ün adalet vizyonundan ve "Cumhuriyet Savcısı" kavramından bahsedeceğim.

Adalet, sadece bir kavramdan öte, toplumsal yapıyı şekillendiren bir ilkedir. İnsanlar, adaletin sağlandığı bir ortamda, yalnızca fiziksel değil, ruhsal bir güven içinde de yaşarlar. Adaletin sağlandığı bir toplumda, insanlar haklarını savunma konusunda cesaret bulur, haksızlığa uğrayanlar seslerini duyurabilir, güçsüzler ise güçsüzlüklerinin bedelini ödemek zorunda kalmazlar. Adaletin olmadığı bir toplumda ise, güç ve çıkar ilişkileri ön plana çıkar, haksızlıklar sıradanlaşır ve insanlar birbirlerine olan güvenlerini kaybederler. Bu nedenle, adaletin temini bir toplumun huzuru, refahı ve sürdürülebilirliği için hayati önem taşır.

Göz Medya, özellikle son yıllarda adaletin sağlanması için büyük bir mücadele vermektedir. Araştırmacı gazeteci İrfan Aydın, toplumun derinliklerine inerek, adaletin sağlanması gereken noktaları gözler önüne seriyor. Aydın, özellikle yolsuzluklar, haksızlıklar ve adaletin doğru işlemediği durumlarla ilgili yaptığı haberlerle dikkat çekiyor. 3. Göz Medya'nın temel felsefesi, adaletin sadece kağıt üzerinde değil, gerçekten işler durumda olmasını sağlamak üzerine kuruludur. İrfan Aydın ve ekibi, yıllardır doğru ve güvenilir bilgi sunarak, adaletin sağlanması adına ciddi bir sorumluluk üstleniyor.

Aydın, adaletin her zaman objektif bir şekilde işlediği bir sistemin olmadığına dikkat çekiyor. Pek çok kez, adaletin güçlünün yanında yer aldığı, mağdurların sesinin duyulmadığı bir toplum yapısı içerisinde, gazetecilerin önemli bir rol oynadığını vurguluyor. 3. Göz Medya da, sadece doğru bilgiyi sunmakla kalmayıp, aynı zamanda adaletin sağlanması için mücadelesini sürdürüyor. Yolsuzlukların, hukuksuzlukların ve haksızlıkların üzerine gitmek, sadece gazetecilik görevini yerine getirmek değil, aynı zamanda toplumsal adaleti sağlamak adına bir sorumluluktur.

İrfan Aydın'ın bu mücadelesi, sadece bir meslek uğraşı olmaktan öte, toplumsal vicdanın sesini duyurmak, mağdurları savunmak ve haksızlıkları gün yüzüne çıkarmak adına verilen bir savaştır. Bu anlamda, 3. Göz Medya ve Aydın'ın mücadelesi, adaletin sadece teorik değil, pratikte de işlediği bir toplum inşa etme çabasıdır.

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini atarken, adaleti toplumun her bireyi için eşit bir şekilde sağlama amacını gütmüştür. Atatürk, adaletin bir devletin varlığını sürdürebilmesi için temel bir yapı taşı olduğunu her fırsatta dile getirmiştir. Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren, Atatürk, hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sıkça vurgulamış ve adaletin toplumda her düzeyde işlemesi için büyük reformlar yapmıştır.

Adaletin Atatürk için ne denli önemli olduğuna dair pek çok örnek mevcuttur. 1924 Anayasası, Atatürk'ün adaletin temelini sağlamlaştırmak adına yaptığı en önemli yasal düzenlemelerden biridir. Ayrıca, Atatürk, adaletin yalnızca adli alanda değil, tüm sosyal yaşamda uygulanmasını istemiştir. Her bireyin eşit haklara sahip olması, kadınların toplumsal hayatta daha fazla söz sahibi olmaları gibi adaletçi reformlar, Atatürk'ün en önemli miraslarından biridir.

Adaletin sosyal adaleti de kapsayan bir yapıya dönüşmesi gerektiğini savunan Atatürk, bu yaklaşımıyla devletin sadece hukuki değil, aynı zamanda toplumsal sorumluluk taşıması gerektiğini vurgulamıştır. Atatürk'ün adalet anlayışı, bireylerin yalnızca hukuki değil, ekonomik ve sosyal haklarını da eşit bir şekilde gözeten bir yapıyı ortaya koymaktadır.

Türkiye'deki hukuk sisteminde, savcılar önemli bir yer tutmaktadır. Ancak, "cumhuriyet savcısı" ifadesi, sadece hukuki bir sıfat olmanın ötesinde, Atatürk'ün adalet anlayışının bir yansımasıdır. Cumhuriyet savcısı, halkın savunucusu, halkın haklarını koruyan ve devlete karşı halkın menfaatlerini savunan bir roldür. Bu nedenle, savcıların görevlerini sadece suçları soruşturmak olarak görmemeleri gerekir. Cumhuriyet savcısı, aynı zamanda bir adalet mücadelesinin savunucusu olmalıdır. Bu kavram, adaletin halktan yana olması gerektiği fikrini benimsemiş bir duruşu simgeler.

Atatürk'ün, "Cumhuriyet savcısı" ifadesini kullanmasının ardında yatan asıl felsefe, adaletin devletin ve halkın eşit haklar temelinde işlediği bir sistemin oluşturulmasıdır. Bir "Cumhuriyet Savcısı", yalnızca hukuk devletinin bir uygulayıcısı değil, aynı zamanda adaletin savunucusu, Cumhuriyet'in güçlünün karşısında zayıfın yanında yer alan bir figürdür.

Adalet, bir toplumun sağlıklı işleyişi için olmazsa olmazdır. Atatürk'ün Cumhuriyet'i kurarken adaletin her alanda egemen olmasını hedeflemesi, toplumun tüm bireylerine eşit haklar tanıması, bu anlayışın ne kadar derin ve kalıcı olduğunu gösterir. 3. Göz Medya ve İrfan Aydın'ın adalet mücadelesi de, bu büyük mirası günümüzün koşullarında savunmak için verilen onurlu bir savaştır. Gazetecilik, yalnızca haber aktarmak değil, aynı zamanda adaletin doğru bir şekilde tecelli etmesi için bir araç olmaktır. Adaletin gerçek anlamda işler hale gelmesi, sadece hukuki değil, toplumsal bir sorumluluktur. Bu nedenle, her bireyin adaleti savunması, sadece bireysel değil, toplumsal bir görevdir.

 
Yüksel AKBAYRAK / TERS KÖŞE / diğer yazıları
•CUMHURİYET, dik durmanın, adam olmanın adıdır! 29 00:00:00.10.2025
• “İtin Havlamasıyla Çınar Sallanmaz” 22 00:00:00.10.2025
•Orhangazi’de Siyaset: Menfaat mi, Memleket mi? 14 00:00:00.10.2025
•Velhasıl Bursa Sudan Değil, Susuzluktan İbarettir... 07 00:00:00.10.2025
•Hangi Gençlik? Hangi Ekonomi? Hangi Eğitim? 02 00:00:00.10.2025
•FUTBOL SAHADA DEĞİL, MONİTÖR BAŞINDA OYNANIYOR 25 00:00:00.09.2025
•Gaziler Günü’nün Gerçek Manası Üzerine 19 00:00:00.09.2025
•Halkın Gerçek Gündemi Nerede? 17 00:00:00.09.2025
•Bağımsızlık Bir Kimliktir 10 00:00:00.09.2025
•Boş Tencere Siyaseti Yıkar 03 00:00:00.09.2025
• Ağustos Türklüğün Zaferlerle Yoğrulmuş Ayı 29 00:00:00.08.2025
•ORHANGAZİ’DE SPORUN ÇÖKÜŞÜ: 20 00:00:00.08.2025
•Orhangazi: Kaybolan Potansiyelin Hikâyesi 12 00:00:00.08.2025
•Depremi unutan geleceğini gömer! 05 00:00:00.08.2025
•İklim Kanunu Sonrası Orman Yangınları ve Doğa Katliamları: Ülkemizin Vahim Tablosu ve Yasal Mücadeledeki Eksikler 29 00:00:00.07.2025
•Kağan Usta’dan Gençliğe Yatırım, Bekir Aydın’dan Ücretli Tesis! 24 00:00:00.07.2025
•Bir Ahırın Sessizliği 15 00:00:00.07.2025
•“Zulme Boyun Eğmeyenlerin Efendisi: Hz. Hüseyin” 05 00:00:00.07.2025
•Hücrede Doğan Siyasi Cazibe: Ümit Özdağ ve Yeni Neslin Sessiz Haykırışı 02 00:00:00.07.2025
•150 GÜNÜN ARDINDAN ORHANGAZİ 25 00:00:00.06.2025
•“Hedef Türkiye” Gerçeği: Bir Uyarının Gölgesinde 20 Yıl 18 00:00:00.06.2025
•Ekonomik Gerçekler ve Çözüm Arayışları 11 00:00:00.06.2025
•İznik’te Sessiz Ama Derin Bir Değişim 29 00:00:00.05.2025
•ADD Aile Şirketi Değildir, Egoların Gölgesi Hiç Değildir ADD: Açılımı Artık “Aile Dostları Derneği” mi? 21 00:00:00.05.2025
•19 Mayıs bir uyanış, bir itiraz, bir meydan okumadır 18 00:00:00.05.2025
•Sadabat Paktı Krizler İçinde Doğunun Ortak Aklı 13 00:00:00.05.2025
•"Sadece Bir Kişiye Değil, Bir Duruşa Saldırıdır Bu" 05 00:00:00.05.2025
•Hayalden Hakikate 22 00:00:00.04.2025
•TÜRKİYE İÇİN KRİTİK BİR DÖNEMEÇ İKLİM YASASI VE DEVLETİN STRATEJİK KARARLARI 16 00:00:00.04.2025
•Sosyal Devlet, Milli Devlet ve Atatürkçü Duruşun Mirasçısı 14 00:00:00.04.2025
•En yüce değer ADALET 09 00:00:00.04.2025
•İklim Kanunu’na Karşı Çıkmalıyız! 26 00:00:00.03.2025
•OĞUZ TÖRESİ VE ÇANAKKALE - ATATÜRK'SÜZ ZAFER OLMAZ! 18 00:00:00.03.2025
•Bir Milletin Ruhunu Yaşatan Tarihler 12 Mart ve 14 Mart 12 00:00:00.03.2025
•Oğuz Kağan'dan Atatürk'e Uzanan Kutsal Miras Türk Kadını 07 00:00:00.03.2025
•Güçlü Türkiye için: İklim yasasına hayır! 04 00:00:00.03.2025
•AYNI SENARYO, AYNI FİGÜRANLAR 24 00:00:00.01.2024
•CHP ORHANGAZİ’DE NEREYE KOŞUYOR? 12 00:00:00.01.2024
•HAKSIZLIKLARA ve BASKILARA RAĞMEN... 03 00:00:00.01.2024
•CHP’DE AKIL TUTULMASI MI YAŞANIYOR? 27 00:00:00.12.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.