Bazı eşyalar vardır; sadece avuç içine oturmaz, zihnin içine de yerleşir. İnsan onu eline aldığında bir "nesne" tutmaz, bir ritme girer. O ritim kimi insanda saymanın düzenini kurar, kiminde iç sıkışmasını dağıtır, kiminde geçmişle bağ kurar, kiminde ise doğrudan zikir ve tefekkürün bir kapısını aralar. Tesbih, tam da bu yüzden yüzyıllardır hayatın içinde kalabilmiş ender objelerden biridir. İnançla kültür, zanaatla estetik, gündelik alışkanlıkla manevi disiplin aynı çizgide buluşur. İZNİK'TE BİR ATÖLYE, BİR USTA, BİR HAFIZA Bursa'nın İznik ilçesinde, Sufi Tesbihçilik'te gerçekleştirdiğimiz söyleşide 20 yıllık tesbih ustası Mustafa Bülbül, tesbihin ürüne dönüşmeden önceki hikâyesini anlattı. Bu söyleşi yalnızca bir atölyeyi ve üretim sürecini kayda geçirmek değil; aynı zamanda bir kültürün elden ele taşınan hafızasını kayıt altına almak anlamına geliyordu. Tarihçi, gazeteci, yazar Muharrem Değirmen olarak bu röportajda dikkatimi çeken ilk gerçek şuydu: Tesbih, vitrinde görünen son hâlinden ibaret değildir. Ustanın tarif ettiği üretim çizgisi, tesbihin neden basit bir aksesuar gibi görülemeyeceğini, neden sabır ve dikkat isteyen bir zanaat ürünü olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. TESBİH ACELEYİ SEVMEZ Mustafa Bülbül'ün altını çizdiği kritik nokta nettir. Bir tesbih elimize gelene kadar neredeyse 17 farklı işlemden, makineden ve el aşamasından geçer. Bu sayı bir teknik ayrıntı olmanın ötesinde, tesbihin fıtratına dair bir açıklamadır. Çünkü tesbih hatayı affetmez. Bir yerde yapılan küçük bir sapma bütün yürüyüşü bozar. Merkez kaçarsa akış bozulur. Tane ölçüsü kaçarsa elde rahatsız eder. İp yolu problemliyse çekim ritmi kırılır. Tesbihçilikte hata payı, birçok üretim alanına kıyasla daha acımasızdır. Ustanın ifadesiyle tesbih aceleyi sevmez. KUKA TESBİH VE MUSTAFA BÜLBÜL'ÜN USTALIK ALANI Sufi tesbih geleneği içinde Mustafa Bülbül'ün uzmanlaştığı alan özellikle kuka tesbihtir. Kuka, tesbih meraklılarının, koleksiyonerlerin ve zikir ehlinin yıllardır üzerinde konuştuğu, eldeki hissiyle kendini belli eden, zamanla renk alan özel bir hammaddeden doğar. Kuka tesbihin ilk alındığında açık renkli olması, kullanıldıkça koyu kahverengiye dönmesi birçok kişi için bir yaşanmışlık izi olarak kabul edilir. Kimisi bu rengi tesbihin olgunlaşması olarak görür, kimisi elinden düşürmediği bir yoldaşın yaş alması gibi okur. KUKA NEDİR, NE DEĞİLDİR Kuka nedir sorusu, tesbih kültüründe çoğu zaman yanlış bir yerden başlar. Günlük konuşmada kuka ağacı denir; sanki gövdeden kesilen bir odun parçası gibi düşünülür. Oysa Mustafa Bülbül Usta'nın özellikle vurguladığı fark şudur: Kuka tesbihin hammaddesi çoğu zaman ağacın gövdesi değil, meyvesidir. Meyve olarak adlandırılsa da yumuşak bir doku değildir. Sert, dayanıklı, işlemeye uygun, çekirdeksi bir yapıdan söz ediyoruz. Görünüş olarak Hindistan cevizini andırır ancak ondan daha küçük tropikal bir formdur. Tropikal iklimlerde yetişir. Türkiye'de kuka ağacı yetişmez. Hammadde daha çok Hindistan, Brezilya ve Endonezya gibi ülkelerden gelir. Bu gerçek, kuka tesbihi yalnızca bir malzeme değil; uzun bir yolculuğun sonunda Anadolu'da ustanın elinde yeniden doğan bir kültür nesnesi hâline getirir. USTA-ÇIRAK GELENEĞİNDEN MAKİNE PARKURUNA Modern atölye gerçekliği, el işçiliği ile makineli işçiliğin dengelendiği bir çizgide ilerler. Kimi aşamalar tamamen el kontrolü ve hassasiyet isterken, kimi aşamalarda makineler standardizasyonu ve yüzey kalitesini artırır. Ancak Mustafa Bülbül'ün yaklaşımı nettir. Hangi makine kullanılırsa kullanılsın, nihai kalite ustanın gözü ve eli olmadan oluşmaz. Makine hızlandırır ama karar vermez. Kararı usta verir. KUKA TESBİHİN DOĞUŞ SÜRECİ Ustanın anlattığı süreç, bir tesbihin doğuşunu adım adım ortaya koyar. Önce hammadde seçilir. Kukanın damar yapısı, yoğunluğu, çatlak riski ve iç dolgunluğu dikkatle okunur. Usta, ham maddeyi eline aldığında işlenecek parçanın kaderinin büyük ölçüde belli olduğunu söyler. Bu yalnızca tecrübe değil, malzemeyi okuma becerisidir. Ardından kesim ve blok çıkarma gelir. Yanlış kesim ileride çatlama riskini büyütür. Tesbihte fire, sıradan bir kayıp değil; çoğu zaman bütün emeğin boşa gitmesi anlamına gelir. ÖN ŞEKİLLENDİRME VE MİKRON HASSASİYETİ Ön şekillendirme safhasında tesbih tanesi ilk formunu alır. Arpa, küre ve kapsül kesimler bu aşamada belirlenir. Taneler arasındaki mikron düzeyindeki farklar bile elde hissedilir. Tesbihin çekim ritmi, bu küçük farkların toplamından doğar. Gözle görünmeyen bir hata, elde kendini açıkça belli eder. DELİK, MERKEZ VE DENGE Delme, kanal açma ve ip yolu hazırlığı ustaların en fazla titizlik gösterdiği aşamalardandır. Delik merkezden kaçarsa tesbih yürüyüşünü kaybeder. Taneler birbirine sürter, imame geçişleri bozulur. Mustafa Bülbül'e göre tesbih geometrinin ve dengenin ürünüdür. Bu denge bozulduğunda tesbih yalnızca estetik olarak değil, davranış olarak da düşer. ZIMPARA, TERBİYE VE HİKMET Zımpara ve yüzey terbiye aşaması, yalnızca teknik değil manevi bir derinlik de taşır. Mustafa Bülbül bu süreci insanın imtihanlarla terbiye edilmesine benzetir. Zımpara tesbihi pürüzsüzleştirir; imtihanlar da insanı olgunlaştırır. Tesbih, pürüzleri alınmış bir emeğin sonunda elde sükûnetle yürür. İnsan da çoğu zaman pürüzlerini hayatla tanır. EL HAFIZASI VE SON DOKUNUŞ Parlatma ve son kontrolde el hafızası devreye girer. Aşırı cila doğallığı örter, yetersiz parlatma karakteri zayıflatır. Usta, her hammaddenin aynı tepkiyi vermediğini, her elin de aynı sonucu üretmediğini söyler. Bu yüzden aynı atölyeden çıkan iki tesbih bile iki ayrı elde iki ayrı hayat yaşar. İMAME, DURAK VE RİTİM Tesbih sadece 33 ya da 99 tanelik bir dizilim değildir. İmame, durak, pul ve kamçı gibi parçalar tesbihin kimliğini tamamlar. İmame tesbihin başıdır; yürüyüşün merkezidir. Yanlış oranlandığında bütün tesbih dengesini kaybeder. Duraklar ritmi böler, düzen oluşturur. Dizim ve iplik ise tesbihin karakterine atılan son imzadır. TESBİHİN DİLİ: EDEP Mustafa Bülbül'ün tesbih anlayışında edep merkezî bir kavramdır. Tesbih, çekilecek bir nesne değil; bir hâl disiplinidir. Tesbih edeple çekildiğinde tesbih olur. Bu anlayış, tesbihin hem zikirle hem gündelik hayatla bağını aynı anda taşır. Tesbih, modern hayatın gürültüsü içinde ritim arayan insan için elde taşınan bir sükûnettir. Ancak bu temasın bir şartı vardır: Saygı. Saygı kaybolduğunda tesbih de anlamını yitirir. USTALIK VE SABIR Tesbih ustalığı bir el disiplinidir. Tesbih sabrı öğretmez; sabrı sınar. Sabır beklemek değildir. Ölçüyü korumaktır. Tesbih aceleyle üretilirse acele hissettirir. Sabırla üretilirse sabır kazandırır. Bu öğretinin sesi yoktur. Tesbih bağırmaz. Yürür ya da yürümez. SON SÖZ: TESBİH ELDE BAŞLAR, İNSANDA BİTER Sufi Tesbihçilik'te dinlediğimiz hikâye, bir ürünün nasıl yapıldığını anlatan sıradan bir atölye notu değildir. Bu hikâye, bir geleneğin nasıl taşındığını; bir ustanın, malzemeye nasıl hükmetmekten çok ona nasıl hürmet ettiğini gösteren bir kültür kaydıdır. Tropik iklimlerde yetişen, uzak coğrafyalardan gelen bir kuka meyvesi; İznik'te Mustafa Bülbül'ün atölyesinde yalnızca şekil değiştirmez. Ustanın eliyle ölçü kazanır, ritim kazanır, dil kazanır. Nihayetinde de bir insanın avucuna yakışacak hâle gelerek bir eşya olmaktan çıkar; bir hâle dönüşür. Tesbih dediğimiz şey, en nihayetinde tanelerin dizildiği bir ip değildir. Tesbih, ustanın gözünün sınadığı, elinin terbiye ettiği bir düzenin adıdır. Bir tanenin merkezden kaçmaması, ipin yolunu doğru bulması, imamenin ağırlığıyla tanelerin dengesinin yerli yerinde durması; bunların her biri yalnızca teknik başarı değil, aynı zamanda disiplinin somut karşılığıdır. Usta, bu disipline yıllarını verir; çünkü tesbih aceleyi sevmez. Aceleyle yapılan iş, elde acele hissettirir. Sabırla yapılan iş, elde sabrı öğretir. Mustafa Bülbül'ün zanaatı burada bir üretim hattı olmaktan çıkar, bir terbiye çizgisine dönüşür. Kuka tesbihi özel kılan şeylerden biri de zamanla değişmesidir. İlk alındığında açık renkli olan kuka, kullanıldıkça koyulaşır. Bu dönüşüm, yalnızca malzemenin fiziksel tepkisi değildir; temasın, ısının, alışkanlığın ve zamanın bıraktığı izdir. Bir tesbih ne kadar elde kalırsa, o kadar kişiselleşir. Rengi koyulaştıkça, bir bakıma sahibinin günlerine yaklaşır. Bu yüzden tesbih meraklıları, kuka tesbihin koyulaşmasını "yaşanmışlık" diye okur. Çünkü o kararma, bir aşınma değil; bir birikimdir. Tesbihin asıl gücü de buradadır. İnsan, çoğu zaman kendi içindeki dağınıklığı toparlamak için dışarıda bir ritim arar. Tesbih, o ritmi en sessiz biçimde kurar. Her tanede aynı hareket tekrar eder; ama insanın içi her tanede aynı kalmaz. Bazen öfke geçer, bazen düşünce durulur, bazen kalp ağırlaşır, bazen sükûnet gelir. Tesbih, insanın içindeki değişimi dışarıdaki düzenle karşılar. Bu yüzden tesbih, sadece saymayı değil, ölçüyü korumayı hatırlatır. Mustafa Bülbül'ün sözlerinin merkezinde duran kavram ise edep olur. Tesbih, edeple taşınır; edeple çekilir; emeğe ve geleneğe saygıyla anlam kazanır. Edep kaybolduğunda, eldeki şey tesbih olmaktan uzaklaşır. Çünkü tesbih, yalnızca bir eşya değil, bir tavırdır. O tavır, gürültüsüzdür. Gösterişten uzaktır. Ölçülüdür. Sabırlıdır. Tesbih, insanı susturur; susturdukça düşündürür; düşündürdükçe de savrulmaktan alıkoyar. Bu yüzden son söz şudur: Tesbih elde başlar ama insanda biter. Ustanın atölyesinde başlayan yolculuk, en sonunda sahibinin karakterine temas eder. Kuka tesbihin koyulaşması nasıl zamanın iziyse, tesbihin insanda bıraktığı etki de hâlin izidir. Usta, malzemeyi terbiye eder; tesbih de sahibini. Ve insan, her tanede bir kere daha şunu öğrenir: Asıl olan hız değil, istikamettir. Asıl olan parlaklık değil, ölçüdür. Asıl olan nesne değil, edep ile taşınan sükûn halidir.
Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.