HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 03 KASIM 2025, PAZARTESİ

CHP’nin Altı Oku: Cumhuriyetin Yol Haritası

17.09.2025 00:00
Cumhuriyet Halk Partisi'nin amblemi olan "altı ok", yalnızca bir grafik tasarım unsuru değildir. Bu oklar, Cumhuriyet'in kuruluş felsefesini, Türkiye'nin modernleşme serüvenini ve halkın geleceğe dönük yol haritasını simgeler. Yani mesele, bir parti logosundan çok daha derindir; "altı ok", devletin ve milletin mayasına karışmış temel ilkelerin işaretidir.

Cumhuriyetçilik

Altı okun ilki, Cumhuriyet'in kendisidir. Osmanlı'nın mutlakiyetçi düzeninden çıkıp halkın iradesine dayalı bir rejime geçiş, modern Türkiye'nin dönüm noktasıdır. Cumhuriyetçilik, yalnızca bir yönetim biçimi değil, eşit yurttaşlık anlayışının teminatıdır. Bugün hâlâ tartışılan demokrasi, özgürlük ve eşitlik meselelerinin temelinde bu ilke yatar.

Halkçılık

 "Halk için, halkla birlikte" düşüncesi, halkçılığın özüdür. Ayrıcalıklı sınıflara karşı eşit yurttaşlık, sosyal adalet ve dayanışma anlayışı, Cumhuriyet'in ilk yıllarından bugüne ışık tutan değerlerdir. Halkçılık, elitlerin değil, milletin söz sahibi olduğu bir düzenin simgesidir.

Milliyetçilik

Buradaki milliyetçilik, ırkçı ya da dışlayıcı bir anlayış değil; bağımsızlığın ve ulusal egemenliğin savunusudur. "Yurtta sulh, cihanda sulh" diyen bir vizyonla şekillenir. Türk milletinin kendi iradesiyle, özgür bir geleceği inşa etme iradesini anlatır.

Devletçilik

Devletçilik, bireyin sırtına yük bindiren bir anlayış değil; halkın ihtiyaç duyduğu yerde devletin devreye girmesi demektir. 1930'ların yokluk ortamında demiryollarından sanayi hamlelerine kadar atılan adımlar, bu anlayışın ürünüdür. Bugün de stratejik alanlarda devletin rolünü hatırlatan bir pusuladır.

Laiklik

Belki de en çok tartışılan, en çok saldırıya uğrayan ilke… Laiklik, sadece din ve devlet işlerinin ayrılığı değil, inanç özgürlüğünün de teminatıdır. Bir yurttaşın hangi dine mensup olduğu ya da hiç inancı olmadığı, onun kamusal hayatta eşitliğini etkilemez. Bu, Cumhuriyet'in vicdanıdır.

İnkılapçılık

Durağanlığa meydan okuyan, değişimin önünü açan ilkedir inkılapçılık. Toplumsal ve siyasal dönüşümleri cesaretle sahiplenmek, çağın gerisine düşmemek anlamına gelir. Cumhuriyet'in devrimci ruhu, bu okumun içinde saklıdır.

Bir Parti Ambleminden Fazlası

Altı ok, Cumhuriyet Halk Partisi'nin simgesi olsa da, aslında bütün Türkiye'nin ortak değerleridir. Çünkü bu ilkeler, sadece CHP'nin değil, Cumhuriyet'in kurucu felsefesidir. Bugün hâlâ güncelliğini korumasının nedeni de budur: Halkın eşitliği, özgürlüğü, bağımsızlığı ve çağdaşlaşması…

Altı okun önemi burada yatar. Bir logonun içine sığdırılmış, ama bir ulusun kaderini değiştiren fikirlerdir bunlar.

Bugün bazıları çıkıp CHP'nin altı okunu "eski bir sembol", "tarihe karışmış bir ideoloji" gibi göstermeye çalışıyor. Halbuki altı ok, bu topraklarda yaşayan herkesin özgürlüğünün ve eşitliğinin güvencesidir. Altı okun hedef alınması, aslında Cumhuriyet'in kurucu değerlerine saldırıdır.

Cumhuriyetçilik olmasa bugün hâlâ padişahın kullarıydık. Halkçılık olmasa bu millet bir avuç zenginle sefalet içindeki milyonların düzenine mahkûm olurdu. Laiklik olmasa bugün kimin hangi mezhepten olduğuna göre iş bulduğu, adalet aradığı bir ortaçağ düzenine uyanırdık.

Altı okun tek tek anlamı çok açıktır: Cumhuriyet, halkın iktidarıdır. Milliyetçilik, emperyalizme karşı bağımsızlıktır. Devletçilik, halkın sırtına basan değil, halkı kalkındıran bir eldir. Laiklik, kimsenin kimseye inancından dolayı zulmetmediği bir düzendir. İnkılapçılık, bu milleti geleceğe taşımaktır.

Şimdi kimse kalkıp da bize "bunlar modası geçmiş kavramlar" demesin. Altı ok, bugün hâlâ Türkiye'nin kurtuluş reçetesidir. Unutturulmasına izin vermeyeceğiz!

 
Özge DEMİR / diğer yazıları
•Otizmli Demirkan İçin Annesi Açlık Grevinde: “Sadaka Değil, Hakkımızı Geri İstiyoruz!” 22 00:00:00.10.2025
•Binali Aslan ve Bu Ülkenin Bitmeyen Hesabı 08 00:00:00.10.2025
•CHP’nin Altı Oku: Cumhuriyetin Yol Haritası 17 00:00:00.09.2025
•Yiğidi Öldür, Hakkını Yeme 17 00:00:00.09.2025
•Gürsel Tekin Kayyum Değil, Demokrasi Geleneğidir 06 00:00:00.09.2025
•Adaletin Geç Gelen Çığlığı: Rabia Naz İçin AYM’den İhlal Kararı 03 00:00:00.09.2025
•Pınar Bulunmaz İçin Keşif: Adaletin Aralanan Kapısı 03 00:00:00.09.2025
•TCK 158 ve İBAN Mağduriyetleri Üzerine: Adalet Sistemi Acilen Reforma İhtiyaç Duyuyor 21 00:00:00.08.2025
•Her Gün Bir Kadın Daha Eksiliyoruz 12 00:00:00.08.2025
•Cezasızlık Sürdükçe Hiçbirimiz Güvende Değil! 05 00:00:00.08.2025
•Sendika Aidatı: Emekçinin Sırtındaki Görünmez Yük 29 00:00:00.07.2025
•TCK 158 Mağdurları: Adaletin Gölgesinde Ezilen Hayatlar 25 00:00:00.06.2025
•Emirhan’ın Çalınan Nefesi: Bir Annenin Adalet Feryadı 18 00:00:00.06.2025
•OYAK’a Eleştirel Bir Bakış 18 00:00:00.05.2025
•Esrarengiz Saldırı: Gazetecilik mi Hedef Alındı? 05 00:00:00.05.2025
•Erdoğan Esmer Neden Aramızda ? 22 00:00:00.04.2025
•Pınar Bulunmaz Davası: Adalet Arayışı ve Gölge Oyunları 14 00:00:00.04.2025
•PINAR İNTİHAR ETMEDİ ! 18 00:00:00.02.2025
•Üniversiteli İşçiler Kim? Ne İstiyorlar ? 15 00:00:00.01.2025
•Suriye’de Alevilere Yönelik Tehditler ve Mezhepsel Çatışmanın Derinleşen İzleri 25 00:00:00.12.2024
•Herkes Kendi Derdine Yansın 29 00:00:00.07.2024
•ETT DERNEK BAŞKANI KADEMELİ EMEKLİLİK ŞART DEDİ 31 00:00:00.05.2024
•Mustafa Batuhan Güleç Nerede ?  12 00:00:00.05.2024
•Emekli Astsubaylar Temad Engeline Takıldı! 18 00:00:00.04.2024
•NE YAPMAK GEREKİR ? 18 00:00:00.04.2024
•Emekçiler için Açık Mektup  27 00:00:00.03.2024
•'İMAR BARIŞI' MAĞDURİYETİ 08 00:00:00.11.2023
•ÖĞRETMENİNE SAHİP ÇIK! 17 00:00:00.10.2023
•Rızkını Alın Teriyle Kazanan Bir Kadın PİLAVCI ABLA 12 00:00:00.10.2023
•Çocuğun Boğazından Kısarak Tasarruf Olmaz ! 26 00:00:00.09.2023
•Karma Eğitimi Bahane Etmeyin! 06 00:00:00.09.2023
•Romantik Aşık Nazım 16 00:00:00.08.2023
•Kadının adı sabır 10 00:00:00.08.2023
•ÇOCUK İSTİSMARLARINDAN SİYASİLER SORUMLUDUR! 03 00:00:00.08.2023
•İRFAN AYDIN! 28 00:00:00.07.2023
•SİZİN HİÇ OĞLUNUZUN MEZARI ÇALINDI MI ?  28 00:00:00.07.2023
•SİZİN HİÇ OĞLUNUZUN MEZARI ÇALINDI MI ?  28 00:00:00.07.2023
•KADINLAR NAFAKA ALMASIN 27 00:00:00.06.2023
•Maslow ihtiyaçlar hiyerarşisi kurucusu 12 00:00:00.06.2023
•GEMLİK SENİ SEVİYOR AYŞEN VURAL 01 00:00:00.05.2023
•AFFI MAFFI OLMAZ! 18 00:00:00.04.2023
•NEDEN ADAY OLDUM? 20 00:00:00.03.2023
•Hayat Bir Mağara Alegorisi 13 00:00:00.03.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.