HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 02 KASIM 2025, PAZAR

MUKADDiME

08.07.2024 00:00
İbn-i Haldun

(1332-1406)

 "Devletlerin kuruluşunda

vergiler düşük,

gelirler yüksek olur.

Yıkılışlarında ise,

Vergiler fazla          

gelirler az olur."

Bu ifadenin sahibi İbn-i Haldun'u, ABD ekonomi politikalarının ilham kaynağı olarak gören Ronald Reagan, 1981'de yaptığı bir konuşmada dile getirir.

İbn-i Haldun;          

sosyolojinin ve modern tarihçiliğin kurucusu olarak kabul edilir.

Tarih felsefesi itibari ile Alman filozof Hegel ve bir ölçüde Karl Marx olmak üzere birçok düşünürü etkileyen İbn-i Haldun'un en önemli eserlerinden biri de Mukaddime'dir.

İbn-i Haldun'a göre devletlerin hayatlarında beş dönem vardır.

Birinci dönem            

 Zafer ve kuruluş,

İkinci dönem                  

 Otorite ve yükseliş,

Üçüncü dönem             

 Refah ve ümran,

Dördüncü dönem                 

Kanaat ve duraklama,

Beşinci dönem                

İsraf, bozulma, yıkılma dönemidir.

Bu son dönem sefahat, şehvet ve hırsların egemen olduğu ve devletlerin yıkılmaya ve çökmeye başladığı zaman dilimidir.

İbn-i Haldun;              

debdebeli törenlerin, üniforma, nişan ve diğer protokollerin artmasının bu kopuşu derinleştirdiğini ifade eder.

Devlet idarecileri protokoller vasıtası ile halktan farklı olduklarını göstermeye başlarlar.

Zulüm, angarya, israf, lüksün yaygınlaşması medeniyetlerin çöküşüne sebep olur.

İbn-i Haldun,

bir devlette tek adam iktidarının nimet ve refah araçları tükettiğini ve bunun ihtiyarlık çağının alameti olduğunu ifade eder.

Böyle zamanlarda israf artar, maaşlar yetmez, devlet hazinesi giderleri karşılamaz ve açık verir.

Bir devletin yıkılmaya başladığının en önemli alameti ise vergilerin, devlet harcamalarını karşılayamamasıdır.

Devlet açığı kapamak için çeşitli isimlerde yeni vergiler koyar veya vergi oranlarını artırır.

Fakat lüks ve israf azaltılamaz ve masraflar artmaya devam eder.

Güncel ve aşina gibi duran yukarıdaki esasların hepsi İbn-i Haldun'dan alınmıştır.

Bugünden bakılarak yazılan kriterler değildir.

Bundan dolayıdır ki;

İbn-i Haldun'un ortaya koyduğu esaslar birçok devlet adamının referans kaynağı olmuştur.

Devletin duraklaması ile beraber Osmanlı aydınları 17. Yüzyıldan itibaren İbn-i Haldun'a müracaat etmeye başlamışlardır.

Kâtip Çelebi ve tarihçi Naima bunlardan bazılarıdır.

Ama ilginçtir, ölecek bir hastanın ilaç tedavisini reddetmesi gibi,

II. Abdülhamit döneminde İbn-i Haldun'un Mukaddime adlı eseri yasaklanmıştır.

Belli ki 500 yıl evvelden her kelimesi ile II. Abdülhamit'in icraatlarını eleştirdiği ve onu huzursuz ettiği için yasaklanmıştır.

Gerçekten eserde anlatılan lüks, israf ve yolsuzluklar aynen yaşanıyordu.

Padişah ve devlet adamları; halkın fakirlik ve sefalet içinde yaşadığı, her gün bir toprak parçasının devletten koptuğu bir dönemde, şatafat ve debdebeden tasarruf etmemişlerdir.

Padişah mevcut sarayları yeterli görmeyip, dışarıdan borç para alarak, Yıldız Sarayı'na yalılar ve köşkler yapmıştır.

Sadece saray değildi yapılan, bir de bu saraylardaki lüks ve israflar dillerden düşmüyordu.

Tarih şark toplumlarında dairesel akar. Bundan dolayı da sık sık tekerrür eder.

İbn-i Haldun'un bu kadar isabet etmesinin sebebi sanırım, bu dairesel akan tarihtir.

Geçmişten Ders almaz isen;

" Tarih Tekerrürden İbarettir"

 
İbrahim GÜLBEYCAN / diğer yazıları
•CUMHURİYET FAZİLETTİR… 29 00:00:00.10.2025
•ZATÜ’L-HAREKE 12 00:00:00.08.2025
•‘’KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR’’ 05 00:00:00.08.2025
•SU 29 00:00:00.07.2025
•HOROZLAR ÖTMÜYOR 15 00:00:00.07.2025
•HEY ÇORC 02 00:00:00.07.2025
•TARIM BAĞIMSIZLIKTIR 25 00:00:00.06.2025
•NİCE 19 MAYISLARA 18 00:00:00.05.2025
•KRAL ÇIPLAKMIŞ 13 00:00:00.05.2025
•ÇİLELİ PAZARTESİ 22 00:00:00.04.2025
•İZZZETİ NEFİS VE PARA 05 00:00:00.03.2025
•DİYEMİYORUZ 18 00:00:00.02.2025
•İSTANBUL'DAKİ SEMT İSİMLERİ NEREDEN GELİYOR ? 12 00:00:00.02.2025
•BİR KIRINTI İNSANLIK 29 00:00:00.01.2025
•SİLAHLAR SUSTU 17 00:00:00.12.2024
•KAZIĞA OTURTMAK 18 00:00:00.11.2024
•MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ 09 00:00:00.10.2024
•BOMBADAN SOBAYA 10 00:00:00.09.2024
•MUKADDiME 08 00:00:00.07.2024
•FETHİ ALGON 27 00:00:00.06.2024
•YARATILANI SEVERİM YARADANDAN ÖTÜRÜ 31 00:00:00.05.2024
•İYİLİK YAP O SENİ ELBET BULUR... 23 00:00:00.05.2024
•NİCE 19 MAYISLARA 20 00:00:00.05.2024
•GERÇEK BELEDİYECİLİK 12 00:00:00.05.2024
•BİZİM KERBELAMIZ GİBİ 12 00:00:00.05.2024
•DÜNYANIN İLK ÇOCUK BAYRAMI 23 00:00:00.04.2024
•İTİBAR VE TASARRUF 18 00:00:00.04.2024
•EGOLARIN DANSI 04 00:00:00.04.2024
•KİME OY ATMAYACAĞIM 27 00:00:00.03.2024
•MEMLEKET HAYIRINA 05 00:00:00.02.2024
•KAZAN ÖLDÜ 12 00:00:00.01.2024
•NE ARABIN PARASI NEDE ARABIN YÜZÜ 03 00:00:00.01.2024
•YOK ETTİKLERİMİZ 27 00:00:00.12.2023
•ÜÇÜNCÜ SAYFA 20 00:00:00.12.2023
•FENOMEN 12 00:00:00.12.2023
•YOZLAŞMAK 05 00:00:00.12.2023
•KOLAY PARA 15 00:00:00.11.2023
•11 Kasım 1938. 10 00:00:00.11.2023
•ÖLMÜŞÜZ DE AĞLAYANIMIZ YOK 08 00:00:00.11.2023
•BİZİM ÇOCUKLAR 25 00:00:00.10.2023
•KADINLARIMIZ ANNELERİMİZ 17 00:00:00.10.2023
•BEYAZ MÜSLÜMANLAR 12 00:00:00.10.2023
•RÜZGÂRGÜLÜ 26 00:00:00.09.2023
•AYAĞINI YORGANA GÖRE UZAT 06 00:00:00.09.2023
•TÜRK DEVRİMİ 16 00:00:00.08.2023
•SİYASİ AHLAK 10 00:00:00.08.2023
•SİYASİ AHLAK 10 00:00:00.08.2023
•MANKURTLAŞMAK 03 00:00:00.08.2023
•HİDAYET NASIL EMEKLİ OLUR? 28 00:00:00.07.2023
•HER ŞEYİMİZ EĞİTİM OLMALI 27 00:00:00.06.2023
•ÇIKAR VE İZZETİ NEFİS 12 00:00:00.06.2023
•SAKAL 30 00:00:00.05.2023
•GÜZEL CAHİLLİK 17 00:00:00.05.2023
•MAHALLEDEN ARKADAŞLAR 08 00:00:00.05.2023
•MÜLAKAT 01 00:00:00.05.2023
•YAYGARA 18 00:00:00.04.2023
•MANCACILIK 10 00:00:00.04.2023
•CANBERK 20 00:00:00.03.2023
•AKLIN YOLU 13 00:00:00.03.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.