HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 29 EKİM 2025, ÇARŞAMBA

KADINLARIMIZ ANNELERİMİZ

17.10.2023 00:00
       Bu günkü yazımda sizlere uzun yıllar idarecilik yaptığım okullar da KADINLARIMIZ, ANNELERİMİZLE yaşadığım olaylardan etkilendiğim bazı hikâyelerimi paylaşacağım.

     Ülkemizde gençlerimiz hızla uyuşturuluyor. Uyuşturucu yaşı her yıl daha, daha da aşağılara düşüyor. Burada ilk olarak ve en büyük görev de kadınlarımıza, annelerimize düşüyor. Bir gün sabahın erkenden bir anne kapımı çalıp odamdan içeriye girdi ve benimle özel görüşmek istedi. Bu çok akıllı bir anneydi.''Hocam dedi çocuğum uyuduktan sonra ben çocuğumun bilgisayarını ve telefonunu her gece mutlaka kurcalarım ve incelerim. Dün akşam telefonunda ilginç bir kimlikle bir kişinin telefon rehberinde kayıtlı olduğunu gördüm. Rehbere alıcı ve satıcı olarak kişinin yeni kayıtlandığına şahit oldum. Ben çocuğumu okul dışında sizde okul içinde göz kulak olup takip edersek çocuğumu bu beladan kurtarabiliriz. Ve o çocuğumuzu elbirliği ile uyuşturucu belasından kurtarmıştık.

     Bazen odama çocuğunun durumunu öğrenmeye gelen velilerimizle de aramızda geçen iki ayrı hikâyeyi anlatmak istiyorum. Bu gelen velilerimizden bazen anne oluyordu bazen de baba oluyordu. Ama yaşadığımız olaylar ve sonuçlar hiç değişmiyordu. Eğer odam da oturan baba ise genellikle şunları yaşıyorduk. O anda yaramazlık yapan bir öğrenci odamda bulunuyorsa ve öğretmeni tarafında getiriliyorsa o öğrenciye nasihat ederken odamda bulunan babalardan genellikle şu cümleyi duyuyorduk.''Hocam bunlarla kendini hiç üzmeyeceksin bunların anlayacağı dil dayak''Eğer anne oturuyorsa dayanamıyor ve olaya müdahil oluyor.''yapmayın be çocuklar öğretmenlerinizi, annelerinizi üzmeyin''Diye uzun cümlelerle nasihatlerde bulunuyorlardı.  

     Atatürk Anadolu Lisesi'nde müdür yardımcılığı görevinden siyasi sebeplerden dolayı görevimden alındıktan sonra öğretmen olarak girdiğim ilk lise son sınıflarından birisinde öğrenciler beni karşılarında gördüklerinde ''Hocam yanlış geldiniz bizim Almanca dersimize filanca öğretmen geliyor.''dediklerinde ''Bundan sonra Almanca öğretmeniniz benim, dersleri beraber göreceğiz''dedim .''Ama hocam siz müdür yardımcısıydınız.''Diye merakla sorduklarında ''Artık öğretmenim''Dedim yutkunarak çünkü gelecek soruları biliyordum ve bunları benim onların anlayabileceği şekilde anlatabilmem o an için çok zordu. Ama onlar nelerin olabileceğini anlamışlardı.Hepsi de çok zeki ve akıllı öğrencilerimdi.Uğradığım haksızlık karşısında üzülenler çok olmuştu.Ama bu üzüntünün tepkileri erkek öğrencilerim arasında ''Hocam keşke onlardanmışsınız gibi gözükseydiniz de sizi görevden almasalardı''olurken kız öğrencilerimin göz yaşı dökmeleri içimi paramparça etmişti.

   Yine Atatürk Anadolu Lisesi son sınıf öğrencileri tercihlerini yapmak için benim de fikirlerime danışıyorlardı. Türkçe Matematik bölümünde olan kız öğrencilerine çoğunlukla Hukuk Fakültesini tercih etmelerini öneriyordum. Hemen, hemen her öğrencim ''Neden ''diye soruyordu. Onlara genellikle kadın anaçtır, kadın vicdandır. Kadın hakkı hukuku daha iyi korur. Sonrada onlar şu soruyu sorardım .''Rüşvet alma oranı kadında ve erkekte yüzde kaçtır. Rüşveti erkeğe mi daha rahat teklif edersiniz kadına mı? Birçok öğrencimi şimdi adalet savaşında görmem beni fazlası ile mutlu ediyor. Yolları ve bahtları açık olsun.

    Sevgili Türkçe ve Edebiyat öğretmenleri öğrencilerinize kadınların yönettiği bir dünyayı kompozisyon olarak hayal ettirdiğinizde çok güzel tablolara rastlayabilirsiniz. Sınıf başkanlarından devletin en tepesine kadar bir beş yıl dünyayı kadınlara bırakmak lazım. Bakalım görelim dünyada neler değişecek.

 
İbrahim GÜLBEYCAN / diğer yazıları
•CUMHURİYET FAZİLETTİR… 29 00:00:00.10.2025
•ZATÜ’L-HAREKE 12 00:00:00.08.2025
•‘’KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR’’ 05 00:00:00.08.2025
•SU 29 00:00:00.07.2025
•HOROZLAR ÖTMÜYOR 15 00:00:00.07.2025
•HEY ÇORC 02 00:00:00.07.2025
•TARIM BAĞIMSIZLIKTIR 25 00:00:00.06.2025
•NİCE 19 MAYISLARA 18 00:00:00.05.2025
•KRAL ÇIPLAKMIŞ 13 00:00:00.05.2025
•ÇİLELİ PAZARTESİ 22 00:00:00.04.2025
•İZZZETİ NEFİS VE PARA 05 00:00:00.03.2025
•DİYEMİYORUZ 18 00:00:00.02.2025
•İSTANBUL'DAKİ SEMT İSİMLERİ NEREDEN GELİYOR ? 12 00:00:00.02.2025
•BİR KIRINTI İNSANLIK 29 00:00:00.01.2025
•SİLAHLAR SUSTU 17 00:00:00.12.2024
•KAZIĞA OTURTMAK 18 00:00:00.11.2024
•MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ 09 00:00:00.10.2024
•BOMBADAN SOBAYA 10 00:00:00.09.2024
•MUKADDiME 08 00:00:00.07.2024
•FETHİ ALGON 27 00:00:00.06.2024
•YARATILANI SEVERİM YARADANDAN ÖTÜRÜ 31 00:00:00.05.2024
•İYİLİK YAP O SENİ ELBET BULUR... 23 00:00:00.05.2024
•NİCE 19 MAYISLARA 20 00:00:00.05.2024
•GERÇEK BELEDİYECİLİK 12 00:00:00.05.2024
•BİZİM KERBELAMIZ GİBİ 12 00:00:00.05.2024
•DÜNYANIN İLK ÇOCUK BAYRAMI 23 00:00:00.04.2024
•İTİBAR VE TASARRUF 18 00:00:00.04.2024
•EGOLARIN DANSI 04 00:00:00.04.2024
•KİME OY ATMAYACAĞIM 27 00:00:00.03.2024
•MEMLEKET HAYIRINA 05 00:00:00.02.2024
•KAZAN ÖLDÜ 12 00:00:00.01.2024
•NE ARABIN PARASI NEDE ARABIN YÜZÜ 03 00:00:00.01.2024
•YOK ETTİKLERİMİZ 27 00:00:00.12.2023
•ÜÇÜNCÜ SAYFA 20 00:00:00.12.2023
•FENOMEN 12 00:00:00.12.2023
•YOZLAŞMAK 05 00:00:00.12.2023
•KOLAY PARA 15 00:00:00.11.2023
•11 Kasım 1938. 10 00:00:00.11.2023
•ÖLMÜŞÜZ DE AĞLAYANIMIZ YOK 08 00:00:00.11.2023
•BİZİM ÇOCUKLAR 25 00:00:00.10.2023
•KADINLARIMIZ ANNELERİMİZ 17 00:00:00.10.2023
•BEYAZ MÜSLÜMANLAR 12 00:00:00.10.2023
•RÜZGÂRGÜLÜ 26 00:00:00.09.2023
•AYAĞINI YORGANA GÖRE UZAT 06 00:00:00.09.2023
•TÜRK DEVRİMİ 16 00:00:00.08.2023
•SİYASİ AHLAK 10 00:00:00.08.2023
•SİYASİ AHLAK 10 00:00:00.08.2023
•MANKURTLAŞMAK 03 00:00:00.08.2023
•HİDAYET NASIL EMEKLİ OLUR? 28 00:00:00.07.2023
•HER ŞEYİMİZ EĞİTİM OLMALI 27 00:00:00.06.2023
•ÇIKAR VE İZZETİ NEFİS 12 00:00:00.06.2023
•SAKAL 30 00:00:00.05.2023
•GÜZEL CAHİLLİK 17 00:00:00.05.2023
•MAHALLEDEN ARKADAŞLAR 08 00:00:00.05.2023
•MÜLAKAT 01 00:00:00.05.2023
•YAYGARA 18 00:00:00.04.2023
•MANCACILIK 10 00:00:00.04.2023
•CANBERK 20 00:00:00.03.2023
•AKLIN YOLU 13 00:00:00.03.2023
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.