HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 18 KASIM 2025, SALI

NAMIK KEMAL KİMDİR

16.08.2023 00:00
            Merhaba değerli okurlarım.

            Her hafta olduğu gibi bu hafta da bir ünlüyü kısaca anlatmak  istiyorum. Aslında bu değerli ünlümüzü anlamak için sayfalar yetersiz kalacağı için sadece özet olarak yazarak, bilinmesine rağmen belleklerimizi tazelemek adına kısaca izah etmeye çalıştım. 

           Türk edebiyatında "Vatan Şairi" olarak bilinmekte olup, Milliyetçi tutumu ve  "Hürriyet Şairi" olarak da bilinen Namık Kemal 1840 yılında Tekirdağ'da doğmuş olup, Türk milliyetçiliğine de ilham kaynağı olmuş olan bir Türk yazardır.

            Namık Kemal, Genç Osmanlı hareketinin bir üyesi olarak burada gazetecilik ve yazarlık da yapmıştır. Ve aynı zamanda da bir devlet adamı ve şairdir. Eserlerinde yurtseverlik kavramlarını ön plana çıkarmıştır.

             Annesinin adı Fatma Zehra babasının adı ise Mustafa Asım Bey'dir. Namık Kemal'e ismini veren kişi ise Tekirdağ'lı Ali Rıza Efendi'dir. Çocukluğunun önemli bir kısmı Abdülatif Paşa'nın yanında geçmiştir. Abdülatif Paşa ise Tekirdağ'da bir vali yardımcısı olarak görev yapıyordu. Afyonkarahisara sancak olarak tayin edildikten sonra ailesi ile birlikte Afyon'a taşındılar.


            8 yaşında iken  Afyon'da annesini kaybeden Namık Kemal yaşamının ve çocukluğunun büyük bir kısmını bu dönemde dedesinin yanında sürdürmüş ve dedesi ile birlikte Kars'a taşındı. Dedesi Kars'a atandıktan sonra bu şehirde de 1.5 yıl yaşamıştır. Kars'ta yaşadığı dönem boyunca Seyid Mehmet Hamid efendinin yanında divan edebiyatını öğrenerek ilk kez Türk edebiyatına giriş yapmış oldu.

            Kars şehrinde atıcılık ve cirit derslerini de almıştır. Kars'ta görevi sona erdikten sonra dedesi ile birlikte İstanbul'a dönmüştür.

           Tanzimat edebiyatında coşkulu şairlerden bir tanesi olarak bilinmektedir. Türk edebiyatının vatan şairlerindendir. Eserlerinde vatan ve hürriyetten sıklıkla söz ettirmiştir. Şiirlerinde genellikle aruz ölçüsünden yararlanmıştır. Tiyatrolarında da bazen şiirlerinde hece ölçüsünden yararlanmıştır.

           Namık Kemal'e göre şiirler düşünceleri aktarmak için bir araçtır. Şiirlerde de genellikle sosyolojik konulardan bahsetmiştir.

           Aslında Namık Kemal'in yaşam hikâyesi bu kadar kısa değildir ancak bütün hayatın yazmak istersek sayfaların yetmeyeceği muhakkaktır.

          Sayfamızı her zaman olduğu gibi Şairin şiirleri ve ayrıca halen hayatta bulunan şairlerimizi eserleriyle süslemeye çalıştım.

          En derin ve baki saygılarımla.

HASAN AZKIRAN

 

MURABBA

Sıdk ile terk edelim her emeli her hevesi,

Kıralım hâil ise azmimize ten kafesi;

İnledikçe eleminden vatanın her nefesi,

Gelin imdada diyor, bak budur Allah sesi!


 

Bize gayret yakışır merhamet Allah'ındır;

Hükm-i âtî ne fakîrin ne şehinşâhındır;

Dinle feryadını kim terceme-i âhındır

İnledikçe bak ne diyor vatanın her nefesi...


 

Mahv eder kendini bülbül bile hürriyet içün;

Çekilir mi bu belâ âlem-i pür mihnet içün?

Dîn içün, devlet içün, can çekişen millet içün,

Azme hâil mi olurmuş bu çürük ten kafesi?


 

Memleket bitti, yine bitmedi hâlâ sen, ben,

Bize bu hâl ile bizden büyük olmaz düşmen;

Dest-i a'dâdayız Allah içün ey ehl-i vatan;

Yetişir terk edelim gayrı hevâ vü hevesi! ...


Namık KEMAL

………………………X………………….

VATAN ŞARKISI  

Âmâlimiz  efkârımız ikbâl-i vatandır

Serhadimize kal´a  bizim hâk-i bendedir

Osmanlılarız ziynetimiz kanlı kefendir

Gavgâda  şehdetle bütün kâm alırız biz

Osmanlılarız can verir nâm alırız biz

Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda

Can korkusu geçmez ovamızda dağımızda

Her gûşede bir şir yatar toprağımızda

Gavgâda şehdetle bütün kâm alırız biz

Osmanlılarız can verir nâm alırız biz

Top patlasın ateşleri etrafa saçılsın

Cennet  kapusu can veren ihvâna açılsın

Dünyada ne bulduk ki ölümden de kaçılsın

Gavgâda  şehdetle bütün kâm alırız biz

Osmanlılarız can verir nâm alırız biz


Namık KEMAL

 

……………………X………………..

YOKTUR

Gül ruhluların misali yoktur.

Hurşidin o rengi âli yoktur.


Ağyar ile ülfet etmek ister

Ben ölmeden ihtimali yoktur.


Cevretme değil fedayı aşka,

Öldürse dahi vebali yoktur.


Allah'adır istinadım ancak

Nevi beşerin kemali yoktur.


Namık KEMAL

…………………………..X………………………

ESERLERİ

Gülnihal, Zavallı Çocuk, Kara Bela,


Celaleddin Harzemşah

Vatan Yahut Silistre, Akif Bey, İntibah,


Cezmi, Takip, Tahrib-i Harabat

……………………….x…………………

 

 ANALAR FERYAT EDER

 

Her saat,  her saniye ve her salise bir haber,

Bir Vatan evladı, bir ana kuzusu, bir Asker,

Üçü - beşi birden Mehmetlerden, acı haber…

Vatan kana bulanmış, analar feryat eder.

 

Ulus yasta, bayrak yarıda, vatan huzursuz.

Çaylaklar şehre inmiş, gözü dönmüş canavar.

Toprağım kan kokuyor, askerimiz uykusuz.

Vatan kana bulanmış, analar feryat eder.

                               Hasan AZKIRAN/GEMLİK

………………………..X………………….

BİR İLKBAHAR YAŞADIM

 

Bir ilk bahar yaşadım,

Başka bahar istemem.

Sevda selinden aldım,

Aşkı inkâr edemem.

 

      

İstemem sonbaharı,

İlkbaharı geçmeden.

Mevsimsiz yağan karı

Zamansız eritmeden.

 

Uykusuz gecelerim,

İlkbahar hecelerim.

Şimdi yok sevdiklerim,

Bu mu benim kaderim.       

         

Son bahar gelmiş bakın,         

Güller solmasın sakın,          

Yeni bir bahar yakın,        

Sona ermesin sabrın.

 

Evren yine karanlık,

Yıldızlar da kayıpta.

Mehtap söndü bir anlık,

Bir can daha kopmakta.

                                   

Zamansız bahar olmaz,

Kalpteki çiçek solmaz,

Gözümdeki yaş durmaz,

Başka can, canan olmaz.

 

Perdeyi kaldır da bak,

İşte uzun bir sokak,

Sanma ki yol çok uzak,

Bir saniye dur da bak. 

   Hasan AZKIRAN/GEMLİK

…………………X……………….

TÜRKİYE'M VE ŞANLI BAYRAĞIM.

 

Türk'üm, Türkiye'm, Şanlı Bayrağım…

Doğdum doğalı, seninle varım.

Ninnilerinle büyüdüm, sana hayranım.

İnmesin göklerden şanlı bayrağım.

 

Bayrağımı her görüşte, kalbim heyecanla çarpar.

Yüreğim hüzünlenir, gözlerimden yaşlar akar.

O bayrağım uğruna, şehit olmuş çok canlar.

 

Türk'üm, Türkiye'm, Şanlı Bayrağım.

Dalgalan göklerde sana hayranım.

 

Türk'ün simgesi bayrağım, şanı, namusu !

Başımızın tacı,

Arslanlar gibi kükrer, savaşlarda  Türk'ün ordusu.

Bir alevlendi mi, vatan sevgisi,  yurduna,

toprağına düşmanı bastırmaz.

Kal'asına başka bayrak astırmaz !

 

Şehit olur yurdu, vatanı için; bayrağını yere düşürmez.

Türk merttir, gözü pektir, canını kanını verir,

Vatanını, namusunu, bayrağını vermez !

 

Türk'üm, Türkiye'm; Şanlı Bayrağım !

Sana canın feda olsun, sana hayranım !

 

Fatih Sultan Mehmet; Büyük ATATÜRK,

Gözü pek Kumandanlar, cesur askerler.

Kanlarınla sulamışlar bu toprakları,

Mehmet Akif Ersoy, Zeki Üngör,

En sonunda yaratmış, ay yıldızlı bayrağı,

 

Türk'üm, Türkiye'm, Şanlı Bayrağım !

Seninle doğdum, seninle varım !

Türk'üm, Türkiye'm, Şanlı Bayrağım,

Sana feda olsun bu canım, kanım !

 

             Gülşen SALDIRANER/Gemlik

               26 Ekim 2000 Perşembe

……………………….X……………………..

ÇOK ÖZLEDİM GEL ARTIK

 

Seni o kadar çok özledim ki yar,

Olmuyor, geçmiyor Sensiz yıllar.

Yaşamımda koca bir zindan var.

Her yer karanlık, yerde çamur var.

 

Olmuyor, yapamıyorum sensiz.

Gözlerim nemli, bedenim sensiz.

Böyle mi yaşamalıydık biz .

Her yer karanlık, yerde çamur var.

 

Hadi gel ninnilerinle uyut beni.

Şuramda sızı var gittin gideli…

Seni bilmem ama, ben özledim seni

Her yer karanlık, yerde çamur var.

 

Bu şiirim sana son hatıram olsun.

Dilerim Allahtan, seni korusun.

Kötü haber verme ne olursun.

Her yer karanlık, yerde çamur var.

 

Ben seni çok özledim, hadi gel artık.

Tut ellerimi, bu çile bitsin artık.

Kapılar, yokluğunda gıcırtısız bak.

Her yer karanlık, yerde çamur var.

     Zatı Nur CANBAZ/GEMLİK

             24 Haziran 2022



 
HASAN AZKIRAN - GÖNÜL PENCERESİ / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”

Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.