HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 29 EKİM 2025, ÇARŞAMBA

KAN ŞEKERİNİZİ MUTLAKA DÜZENLİ ÖLÇTÜRÜN !

İÇ HASTALIKLARI UZMANI DOÇ. DR. KOCA: DİYABETİ İYİ KONTROL EDEMEZSEK HASTALARDA MAALESEF ORGAN KAYIPLARINA GİDEN SONUÇLAR DOĞURABİLİYOR
21.12.2023 16:09
KAN ŞEKERİNİZİ MUTLAKA DÜZENLİ ÖLÇTÜRÜN !
KAN ŞEKERİNİZİ MUTLAKA DÜZENLİ ÖLÇTÜRÜN !
Diyabet hastalarının düzenli doktor kontrolüne gidip kan şekerinin önerilen aralıkta olması gerektiğine dikkat çeken İç Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Nizameddin Koca, sinsi gelişen diyabetik nöropati komplikasyonlarının hastalarda uzuv kayıplarına yol açtığını belirtti.

Bursa Şehir Hastanesi'nde görevli İç Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Nizameddin Koca, diyabet hastalığının kamuoyunda az bilinen komplikasyonlarından biri olan diyabetik nöropati hakkında açıklamalarda bulundu. Diyabetin bir damar hastalığı olduğunu dile getiren Doç. Dr. Koca, "Diyabet ilerlediği durumda sinirleri besleyen damarlar, sinirleri yeteri kadar besleyemediği için bazı problemler ortaya çıkıyor. Özellikle el ve ayaklardaki hissizlik, parestezi dediğimiz yanma, karıncalanma gibi hislerle kendini gösteriyor. Bunların erken dönemde tespiti ve tedavisiyle sinirlerdeki geri dönüşümsüz hasarları azaltma şansımız var. Ancak diyabeti iyi kontrol edemezsek hastalarda maalesef organ kayıplarına giden sonuçlar doğurabiliyor" dedi.

Diyabetik nöropatiye bağlı ayakta durmada ve dengeyi sağlamada problem yaşanabileceğini vurgulayan Doç. Dr. Koca, "Çok fazla üşüdüğü için sobada ısıtmak amaçlı ayaklarını tutmuş, sonra hissedemediğinden sobaya yapışmış ve yanık kokusuyla kendine gelmiş hastalarımız var. Normal sağlıklı birinin damar yapısında rahatlıkla iyileşebilecek ya da uzun sürmeden iyileştirilebilecek bir süreçken kan damarlarının bozuk olduğu diyabet hastalarında iyileştirici kan akımının yeterince olmaması nedeniyle hastaların bazen ayaklarını, parmaklarını kurtaramayabiliyoruz. Kesmek zorunda kalıyoruz. Bu da hastanın günlük hayatını son derece olumsuz etkiliyor" şeklinde konuştu.

 Ayakkabıyı Giymeden Ters Çevirin

Kişinin diyabet tanısı almasının üzerinden 10 yıl ve daha fazla zaman geçtiyse bazı hususlara özellikle dikkat etmesi gerektiğinin altını çizen Koca, "Ayakkabılarımızı her defasında giymeden önce ters çevirmemiz lazım. Çünkü ayakkabılarımızın içerisinde bizim kontrolümüz dışında ufak çakıl taşları girebilir. Bunu normal sağlıklı bir hissiyatımız olduğu durumda rahatlıkla hissedebiliriz ve hemen ayakkabıyı çıkarıp bu durumu ortadan kaldırabiliriz. Ama diyabetik hastaları, hissiyatı bozulduğu için hissetmiyor. Damarsal dolaşımı da bozuk olduğundan yaralara sebep oluyor. Diyabetik ayaklı hastalar için hastanemizde plastik cerrahi, damar cerrahisi, yara bakımı, dahiliye, endokrin gibi alanların bulunduğu bir konsey eşliğinde tedavi sunmaya çalışıyoruz. Ancak bu hastaların sıklıkla yatış süreleri çok fazla uzuyor. Çünkü tedaviye cevapları çok zor. Bizler için son derece zor hasta grubunu oluşturuyor" diye konuştu.

Kan Şekeri Önerilen Aralıkta Olmalı

Hastanın kan şekeri beş yüz olduğu zaman bile çok su içip idrara çıkmak dışında bir şikâyeti olmayabileceğini vurgulayan Koca, sözlerine şu şekilde devam etti:

"Özellikle yaşı ileri erkek hastalar bunu prostatla ilişkilendirme eğilimine giriyorlar. O sebeple de tedavi gecikebiliyor. Biz her ne kadar diyabete bağlı çok büyük bir sıkıntı yaşamıyor olduğumuzu düşünsek bile damarlarımız bunu hissediyor ve yaralanmalar söz konusu olmaya başlıyor. O sebeple 'Benim kan şekerim beş yüz olsa bile ben hiçbir şey hissetmiyorum hocam, tedaviye gerek yok' son derece yanlıştır. İki üç yıl bu şekilde rahatlıkla dolaşırsınız ama dördüncü yılda kalp krizi geçirebilirsiniz. Körlük yaşayabilirsiniz, Böbrek yetmezliğine gidebilirsiniz. Sinirleriniz zedelendiği için hissiyatınız bozulabilir. Ayaklarınız yaralanabilir, ayaklarınızı maalesef kesmek durumunda kalabilir. Bu sebeple diyabetik hastalara önemle ricam düzenli doktor kontrolüne gidip kan şekerlerini önerilen aralıkta tutmak hususunda hassasiyet göstermeleridir"



VİDEO LİNKİ:

https://wetransfer.com/downloads/837c5c6416dc8499b974a404e16041ea20231218053253/f6da18
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
Bir ülkenin gerçek yüzü, sokaklarındaki düzenle, meydanlarındaki bayraklarla değil; en savunmasız insanlarına nasıl davrandığıyla ölçülür. Bugün bu ülkede, Aydın Söke Açık Cezaevi’nde, sessizce tükenen bir hayat var: Öztürk K. Öztürk K. %75 engelli. Talesemi majör hastası, aynı zamanda tip 1 diyabetli. Yani yaşamı boyunca düzenli kan nakline, insüline ve hijyenik ortama ihtiyaç duyan bir insan. Yürüyerek girdiği cezaevinde bugün artık yatalak hale gelmiş durumda. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor, elleri titriyor, bilinci kimi zaman gidip geliyor. Ve o hâlâ orada, duvarların arkasında “infaz” adı altında yaşam mücadelesi veriyor. Cezalandırmak, bir toplumu düzen içinde tutmanın aracıdır, denir. Ama insan onurunu korumayan bir ceza, artık adaletin değil, intikamın alanına girer. Bugün Türkiye’de, “hasta mahpuslar” başlığı altında yüzlerce insan, fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmiş durumda. Her rapor “cezaevinde kalamaz” dese de, her dilekçe “uygun değildir” gerekçesiyle geri dönüyor. Peki, neye uygun değildir? Bir insanın yaşamasına mı? Bir devletin vicdanına mı? Öztürk K.’nin kardeşi, “Yürüyerek girdi, şimdi nefes bile alamıyor. Kimse duymuyor” diyor. Oysa devlet, her yurttaşının yaşam hakkını korumakla yükümlüdür — suçlu ya da suçsuz fark etmeksizin. Çünkü yaşam hakkı, hiçbir mahkemenin elinden alamayacağı bir haktır. Cezaevleri, yalnızca demir parmaklıkların ardındaki suçluların değil, dışarıdaki toplumun da aynasıdır. O aynada ne görüyoruz? Gözünü kapatmış bir sistem mi, yoksa el uzatmaya cesaret eden bir toplum mu? Bir devletin adaleti, güçlüye değil, güçsüze gösterdiği şefkatle ölçülür. Öztürk K.’nin durumu bir istisna değil, bir gösterge. Bir ülkenin sağlık sistemi, hukuk düzeni ve vicdanı burada kesişiyor. Ve biz, üçü arasında sıkışmış bir insanın her geçen gün eriyişini izliyoruz. Bu bir siyaset meselesi değil. Bu, insanlık meselesi. Bir insanın yaşamasına yardım etmek, bir partinin, bir ideolojinin, bir grubun meselesi değildir. Bu, hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkililere sesleniyorum: Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne, İnsan Hakları Kurumları’na… Bu bir “dosya” değil, bir hayat. Ve o hayat, gün be gün elimizden kayıyor. Bir insanın ölüme terk edilmesi, hukukun değil, sessizliğin eseridir. Ve biz sustukça, adalet bir kelimeden ibaret kalır. Bir mahkûmun yatağında öylece çürüyüp gitmesi, hepimize dokunmalı. Çünkü bir gün, adaletin terazisi yeniden kurulacak. O gün geldiğinde, belki de en çok şunu sorgulayacağız: “Biz sustuğumuzda kim ölmüştü?”
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.