HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 05 TEMMUZ 2025, CUMARTESİ

Kerbela ve Hz. Hüseyin’den Öğrendiğim İlk Hakikat

05.07.2025 00:00
İnsan hayatında bazı anlar vardır, yönünü bir daha asla değiştirmeyecek kadar derin izler bırakır. Kimliğini aradığın, ruhunu nereye koyacağını bilemediğin o arayış yıllarında bir kelime, bir bakış, bir hikâye veya bir isim bütün dünyanı altüst edebilir. Benim için bu sarsıcı dönüşümün ilk tohumu, daha henüz 17 yaşındayken, Nevşehir Hacıbektaş'ta düzenlenen bir gençlik kampında atıldı. O yaz, düşünce olarak büyümeye başladığım, sarsıldığım, değiştiğim ve içimde hiç sönmeyecek bir ateşin yakıldığı yaz oldu. Hz. Hüseyin, Kerbela, ve Ehlibeyt ismini ilk kez duyduğum o yaz, sadece bir bilgiyle değil, kalbimin orta yerine inen büyük bir hakikatle tanıştım.

O kampı düzenleyen kişi sıradan bir isim değildi. Merhum Prof. Dr. Haydar Baş Hocam, o kampın sadece düzenleyicisi değil, aynı zamanda bizim kalbimize hakikat tohumlarını eken bir dava adamıydı. Onun ağzından dökülen her kelime, bir kitap kadar derin, bir kılıç kadar keskin, bir anne duası kadar içliydi. Günler boyunca bizi ilmek ilmek işledi. Ama asıl kırılma, kampın son gününde, kapanış konuşmasında yaşandı. Herkesin gözleri dolu dolu onu dinlediği o anda, o tarifsiz ses tonuyla Hz. Hüseyin'in adalet uğruna verdiği canı, bir avuç insanın susuz çöllerde direnişini, Ehlibeyt'in çektiği çileyi anlatırken salon değil, sanki bütün evren susmuştu. O anlatı sırasında içime öyle bir ateş düştü ki, o gün içimde bir karar verdim: Ben bu davadan başka bir yolda yürümeyeceğim.

Hz. Hüseyin'i o gün öğrendim. Ama onu anlamak, sadece adını duymakla değil, onun gibi bir ömür yaşamayı göze almakla mümkünmüş.

Kerbela, bana anlatılan bir masal değil, kalbimin ortasına saplanmış bir gerçekti artık. Çünkü Hz. Hüseyin, sadece zulme karşı çıkan bir isim değildi; o, haksızlık karşısında susmamayı öğreten, her çağın zalimine karşı dimdik duran, imanı sadece namazda değil, savaş meydanında gösteren bir yiğidin adıdır. Onun duruşu, bir muhalefet değildi; o duruş, hakikatin ta kendisiydi.

Yıllar sonra fark ettim ki o kampta anlatılanlar, sadece tarihten bir kesit değildi. Hayatın her anında, her şartta, her coğrafyada yeniden yaşanan bir mücadelenin özetiymiş aslında. Kerbela, geçmişte bir defa yaşanmış bir vahşet değil, her adaletsizlikte, her suskunlukta, her yanlışta yeniden kurulan bir meydanmış.

Bugün işgal altında inleyen coğrafyalar, yıkılmış şehirler, yakılmış camiler, gözü yaşlı analar, babasız çocuklar hep bir şeyi haykırıyor aslında: Kerbela hâlâ bitmedi. Çünkü zulüm devam ediyor. Çünkü zalimler hâlâ alkışlanıyor. Çünkü biz, Hüseyin'in yolunda olduğunu söyleyip Yezid'in sessizliğine sığınıyoruz.

Kerbela, iki kişi arasında yaşanmadı. Kerbela, iki anlayış arasında yaşandı. Bir yanda gücü kutsayanlar, diğer yanda Hakk'ı baş tacı yapanlar vardı. Bir yanda saraylar, ordular, unvanlar; diğer yanda açlık, susuzluk ama imanın sarsılmaz gücü... Ve o iman öyle bir yere vardı ki, Hz. Hüseyin'in kanı toprağa değil, insanlığın vicdanına aktı.

Çünkü Hz. Hüseyin sadece bir direnişçi değil, zulmün karanlığında parlayan bir nurdu. O nur, çölün kızgın kumlarında değil, zamanın içinde yankılanarak bugün bize kadar ulaştı. Şimdi o nura dokunmak isteyen herkesin ilk yapması gereken şey, o acının karşısında gözyaşı dökmek değil, o izzetin karşısında diz çöküp yemin etmektir: "Ben Hüseyin'in safındayım."

Bu yemin, sadece ağızla edilen bir söz değildir. Bu yemin, pazarda alırken tartıda adil olmak, bir makamdayken haksızın değil, haklının yanında olmak, bir meselede elini taşın altına koymaktır. Bu yemin, zalimin gözüne bakarken başını eğmemek, ne olursa olsun susmamak, korkmamak, geri durmamaktır.

Bugün yeryüzünde milyonlarca insan, adaletsizlik içinde yaşıyorsa, eğer biz hâlâ Kerbela'da yaşananları sadece "ağlanacak bir olay" olarak görüyorsak, Hz. Hüseyin'i anlamamışız demektir. Oysa o, ağlanmak için değil, yaşanmak için bu kadar ağır bir bedel ödedi. Biz, onun kanıyla suladığı bu hakikat çiçeğini yalnızca gözyaşlarımızla değil, direnişimizle sulamalıyız.

Ehlibeyt, işte bu duruşun mirasıdır. Onlar, yeryüzünün en çok acı çeken ama en çok yücelen ailesidir. Onlar, sadece soy değil, ahlakın, vakarın, tevazunun ve adaletin taşıyıcısıdır. Onlara sırt dönmek, sadece bir aileye değil, bütün insanlığın yüzüne sırt dönmektir. O yüzden Ehlibeyt'i sevmek, yalnızca sevgiyle değil, mücadeleyle olur. Hz. Hüseyin'i anlamak, sadece matemle değil, zulmün karşısında durmakla mümkündür.

Ben o gün, 17 yaşımda, Haydar Hoca'dan bunu öğrendim. İçimde uyanan o sarsıcı gerçeklik, beni artık asla aynı insan bırakmadı. Hayatımda ne zaman bir adaletsizlik görsem, Kerbela'nın sesi kulağımda çınladı. Ne zaman zalimin önünde eğilmek isteyen bir toplum görsem, Hz. Hüseyin'in dimdik duruşu gözümün önüne geldi. Ne zaman haklı olanın yalnız kaldığını hissetsem, o çölün ortasında, bir başına ama binlercesine bedel bir duruşla direnen şehitlerin serdarı aklıma düştü.

Ve o gün bugün, hayatımı bu hakikatin izinde kurmaya yemin ettim. Eğer bir gün zalime alkış tutarsam, eğer bir gün haksızlığın karşısında susarsam, o kampta öğrendiğim her şey boşa gitmiş demektir. Ama eğer bu satırlar bir yüreğe dokunur, bir vicdanı uyandırırsa, Hz. Hüseyin'in Kerbela'daki son nefesi hâlâ aramızdadır.

Enbiya BAKIR

 
Enbiya Bakır / 'ZAFER' e Doğru / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--
logo

   E-posta: bilgi(@)ucuncugozgazetesi.com
Tüm hakları Üçüncü Göz Gazetesi adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.